yine aynı tepede, yine kulağımda kulaklık. tek başına şehri izledim. ışıkların birlikte çırpılmasını ve kentin nefesini hissettim aklımda. karanlık öyle bir şey imiş ki, ne varsa örtüyor, 3 boyutu 1 boyuta indiriyormuş, ama şehri kuşatan dağların ardındaki yağmur, el ediyordu adeta o örtünün ardından, hırslı hırslı, çakıyordu çakmağını; ışıtıyordu o örten kapkara tülün ardından nefes aldırıyordu uzaklıklara. yağmur geliyordu. ben ise korkmuyordum yağmurdan. yağmur gelse etse, en çok ıslatır, ama elleriyle değmez miydi gökteki karanlık yüzüme; yalnızlığımı yıkamaz mıydı; arındırmaz mıydı yada; o gece boyu hiçbir şey konuşmamanın üzerimdeki mateminden hayat dolu'luğumu. yağmur geliyordu. sıcak bir rüzgar kaçıyordu ondan ve sıkı sıkı giyinmiş beni yakıyordu. Üstümdeki siyah montu çıkarttım ve göğsümü bir kış boyu özleyeceğim sıcağa açtım. ardından kente baktım yeniden. nefes alıyordu ve her nefes ışıkların yanıp sönmesi ile nihayete eriyordu. Kulağımda müzikler olmasına rağmen, her nefesin cehennemini ve yok oluşunu hissediyordum kafamın duvarlarında. Ardından sıcağı kovalamış olan yağmurun üflediği nemli serinlik geliyordu yüzme, vücuduma. serindi ve deniz kokuyor gibiydi. denizi özledim, sarılmak istedim o rüzgara; bir yudum denize...
sanırsam artık dinlendiriyorum kafamı. o geceye, sadece müzik ile bakıp yarım saatin nasıl geçtiğini; hele ki bu aralar bir film dizi yada herhangi sabun köpüğü meşgaleye 10 dakikasını bile ayırmaya erinen birinin, anlamaması yine anlaşılamaz bir şey, aksini düşünmedikçe.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder