13 Haziran 2009 Cumartesi

Those were the days

Those were the days from klark kent on Vimeo.


Geçen gün bir lokantada arka masada konuşulanlara kulak kabartmıştım. Vatandaş, bugün diye bir şey yok, dün ve yarın var diyordu. Haklı galiba... Herşey ya yarına yada düne ait. Yarın için ümitsizlik çoğu zaman vakit kaybı. Sadece sessiz kalmak bile, bulanmaktan iyidir.

Geçmiş ise bambaşka bir paragraf. Seçip hatırlayan insan zekası, bazen beyazları bazen siyahları alıyor, seçiyor ve gözün önüne atıyor. Mesela, yarın bunları hatırlayacağız diye düşündüklerim yada unuturuz kesin diye bol keseden salladığı ve an itibariyle bana kapak olmuş anılar. Galiba fazla karıştırmamak lazım. Geçmiş hatırlanmak istendiği şekilde kalmalı, ayarlama yaptıkça eline yapışıveriyor insanın. Barışık olmalı herşeyle, pek sayın blog.

Ama en kötüsü nedir bilir misin, pek dertdaşım blogum, sevdiğinle asla hiçbir anıya konu olmayacak şeyler yaşamış olmak. Karşılıksız kalmak özetle. Geri kalan ne varsa hayal oluyor o zaman. Hatta insan belleğini iyice yoklamasa, asla ve asla aslında hatırladıklarının olmasını istediği gibi şeylerden oluştuğunu anlayamıyor. Genellikle kendine kendi propagandanı yapıyorsun yani, diğer başrol oyuncusunun bundan katiyetle haberi yok; senaryo da senden, Mualla-oh ne ala... Her zaman anlattığım gibi, en büyük aşkıma platonik bir tecrübeyle ulaşmış olan kayıp bir aşk nesli olarak, eksik kalıyorsun bu tür mevzularda. Söz gelimi, babanın sana anlattığı çapkınlık hikayelerini dinlerken kendini dövüyorsun, o aşkı yaşarken. Ha bakarsan da, insan acı çektiği vesikaları hafızasından çöpe atmıyor bazen, daha net hatırlıyor. Genellemek istemiyorum ama acıya tandanslı bir yapısı var insanın yada bu arabesk bir yazarın hadsizce vardığı tek celselik hükümsüz bir yargı.

Bir arkadaşım anlatmıştı vakti zamanında: Yaşadıkları aşkları çektikleri acılarla anlatan sadece ortadoğu halklarıymış. Bak ben senin için neler çektim, ne acılarım vardı sen gelmedin ama, sen diye hergün kalbime hançer soktum, vs. türü yakarışlar sadece ait olduğumuz topraklara ait, yani. Şuna benziyor aslında, içinde x cl. kadar su olan bardak ifadesi yerine, bardakla çevrili şu kadar cl. su ifadesi kullanmak, daha da açıklarsak, kapladığı yada etkinlik gösterdiği alanı ve içeriği söylemek yerine, onu çevreleyen veya yalıtan engellerle anlatmak. Ne var bunda diyorsundur mutlaka, ama kanımı İngilizce ve Türkçe örnekle taçlandırırsam sanırsam olay aydınlanacak: Türkçe, bir bardak çay ifadesi ile, İngilizce a cup of tea özdeştir. Birebir çözümlersek dilimize, bir çayın içinde buldunduğu bardak diyebiliriz. Böylece iki dilin ifadesel olarak aynı şeyi farklı anlatmasından yola çıkarak, anlatımdaki kültürel farklılığa atıfta bulunmuş oluyoruz.

Hiç yorum yok: