Bu arada, karın boşluğunun sağ alt tarafında 1 aydır demirlemiş olan morartı, işyerindeki arkadaşlara durumu öylesine açmam ile, beni biraz da onların gazıyla Acıbadem Hastanesine sürükledi. Neymiş, ihmale gelmezmiş, neymiş fıtık olabilirmiş; iyice endişeyi de kapıp, öncesi günden izin alıp, sabah sağlık karnemle vardım şifa için hastaneye. Her neyse, ilk olarak kayıt yaptırtmak lazımmış, yaptırttık derken, doktora yollandım. Doktor da, çok da ilgili gözükmeden bir kaç soru sorup, muayene için içerdeki kanapeye uzanmamı söyledi. Soyundum hafiften, bir kaç yokladı o bölgeyi, bana bunda birşey yok, kemer tokası kemeri çok sıkmandan burayı presleyip kan oturmasına neden olmuş dedi. Sonra kanla ilgili bir problem olup olmadığını öğrenmek için tahlile yolladı beni. Kanımı aldılar ve tabi kanın pıhtılaşma süresini gözlemleyebilmek için bir küçük kesik ve başımda hemşirenin küçük kesiğin üstünde napolyon kiraz gibi beliren kan damlacığını sildiği bir kısa süreç yaşadım. Bunlar bittikten sonra da, sonuçları beklemek için gereksiz ve uyku getirici bir koltuk evresi başladı benim için. Bekle babam bekle, bekle de, zaman geçmiyor, bir yandan da işe gitmek istiyorum bir an önce, hakeza bir halt yok bende, bundan eminim. Her neyse, bu sıkıntılı süreçte, ordaki sekreter ile muhabbeti geliştirdim haliyle. Yani ben müşteri olduğum için mi yoksa kanlarımızın uyuşması ve benim kibar konuşmamdan mı, tam olarak bilemiyorum ama tatlı muhabbet ile vakit öldürdük. Elime, kan verirken tutuşturdukları kartta yazılan tahlil sonuçlarını alma sürelerini böylece biraz daha geriye almış olduk. Ama ne yalan söyleyeyim, tatlı hatundu, Allah sahibine bağışlasın, pek mutasıp blog. Sonuçları bu güzel yaratıktan alıp, tekrar doktorun yanına varınca, bana evet hiç bir şeyiniz yok ve ilaç yazmayacağım, kendiliğinden geçecek, biraz kemerinizi gevşetin cevabıyla karşılaştım. Hayır, 3 vakit ömrünüz kaldı, kalan ikisini ben aldım, size ne kaldı, demesin de, böyle kendini salak yerine koyduran laflardan da kaçınsın bu doktor milleti yahu... Neyse, saat 11.30 olmuş ve aldım voltayı ordan, metro marifeti ile şehreküstünde inerek, pazarın içinden o sıcakta geçerek ter dolu halde işyerine vardım. E haliyle hafiften dalga unsuru oldum, ama olsun, sağlammışım, o iyi oldu.
Bu arada kredi ödeme günüm geldi çattı. Hayırlısıyla KYK denen vampire toplamda 633 TL bayılacağım bu ay sonu itibariyle. Son 3 taksit kalıyor, mart 2010'da tam bağımsızlık şiarıyla çıktığım yolları tüketip, çıkıyorum Samsun'a, sonra ver elini Havana. Kanımı emdi lanet kurum, ama ben boşa kan vermeye alışkınım, o bakımdan tek dursun, borcumuz borç ama bitince tanımam kredisini de, yurdunu da, kurumunu da, tümünün köküne kibrit suyu. Öte yandan da, işyerinden yakın bir arkadaşın başını bağlaması hadisesi var, ama onu en az sıyrıkla; Neslihan'la ortak alacağımız küçük altın ile, savuşturacağız başımızdan.
Şaka ile karışık ama para biriktirmeliyim blogcuğum. Alışveriş ile tatmin olmaya alışmaya yüz tutan bünye araba al diye baskı yapar oldu. Sanki park yeri var ve babamın benzin istasyonu var. Ama haftasonu otobüs peşlerinde gezinmeden ver elini felanca yer demek de pek cazip yahu blog... En korktuğum şey de, alıp çok zor bulduğum park yerinden fazla kaldırmadan, salak gibi o kadar borca girip, içimde arabam olur vırn vırn gezerim diye öten tatlısu devrimcisi hayallerin fos çıkması. Bazen fark ediyorum ki, ne ye böyle el atsam, sonra benim için bir manası kalmıyor o şeyin. Bunu fayda değer teorisi ile de açıklasak da, tatmin mevzuu hayatın dibek yerinde duruyor, yaşadıklarımdan tat almayı daha iyi başarırsam, bana karada ölüm yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder