2 Mart 2009 Pazartesi

Yapma Hayrettin

Sayın blog, yıllar yıllar sonra ilk defa halı sahı maçına çıktım. Bursanın tee indim derlerine bilmem nerelerine yerlerinden birindeydi. Geldik, gördük yenildik haliyle. 13 gol de yenir mi be, oha... Sol bek olrak ham vücutla, eşek gibi koşturup durdum. Pardon, kafası kesik tavuk gibi ordan oraya... Yetenek fakiri olmasam da, becerimin yerlerde süründüğü gerçek. Bunun nedeni de var elbet, tek çocuk olarak can sıkıntısından evi tutuşturmak yerine, daha yararlı şeyler yapardım küçükken. Mesela kendime acı çektirirdim farkında olmadan. Psikopatlık mı sayılmaz ama sıkıntılı hallerimde birinden çıkartmış olmalıymışım ki, kendime vermişim mutlaka. Ha ne yaptım; şudur; tırnaklarımı elimle koparmış ve tırnağı derinden almıştım. İlk sol, daha sonra da sağ baş parmağımın tırnağı etime geçmişti. Sıkıntılarım katlanmış başarıya ulaşmıydım bilemiyorum ama o illetten kurtulmak yıllarımı almıştı. Bunun tıbbi bir çaresi yoktu. Tırnak batması şikayetiyle hastaneye başvuran kişilere tedavi yolu olarak gösterilen tek şey tırnak çekimidir. Evet, bu geçici süreyle bir çözüm olmakta. Hani komedi unsuru olarak mizahçıların dilindedir ya, Bir gün Ma'arif Vekaleti Nazırı(milli eğitim bakanı-yazar genel kültüre bağladı..), şu talebeler olmasa ne güzel yönetirdim şu dükkanı, demiş ya, bu da o hesap Türk usulü bir çözüm. Çünkü tırnak çekildikten sonra sağ ve sol tarafındaki et bölümü onun boşluğunu dolduruyor ve dipten gelen tırnak onlara yeniden batarak büyüyordu. Ne işe yarar bir çözüm yolu değil mi? Ben 3 defa çektirdim tırnağımı, hatta biri başparmağa vurulan acı veren iğne tam etki göstermeden girişmişti bana hademe. Çinlileri saygıyla ile anmıştım, çok güzelmiş işkenceleri.. Her nasılsa bir tanıdıktan öğrenip yarısını kesmtirmiş ve daha sonra kuaför marifetiyle(kuaförlerin pedikürde kullandıkları bistüri denen bir aletle, her gün tırnağı kaldırmak) altını besleterek çıkmasına yardımcı olmuştuk ve böylece kurtulmuştum illetten. Ama olan futbol tutkuma olmuştu, topa vuramıyor ve koşarken acı çekiyordum. Hiç bir zaman, tam anlamıyla top oynayamadım. Şimdi bi sorunum olmasa da hala o günlerin eseri ürkeklik var serde... Kazmayız anlıycağın blog.

Neyse sosyalleşiyoruz vesselam. Bir defa daha çağırırlar mı bilmiyorum ama bugünden keyif aldım. Tekrarlayalım elbette de, eve çok uzak yahu... Bir çözüm ama nasıl...

Hayat devam ediyor ve dediğim gibi bir bahar daha var. Umutlanmamak mümkün mü, sanki yeniden okulu kırıp salak saçma hallerle geceleyin ceket elde, eve döneceğim. O zamanlar o kıyafetlerden de sıkılıyordum inanın, yalnızlıktan da her zamanki gibi şikayetçiydim. Sanırsam askerdeyken vazgeçtim bu doymayan bebek hallerimden. Sürekli isteyip kendinde bunları bulamayınca insan, kendine durmadan tokat atan biri haline dönüşüyor. Hani acı duyuyorum daha fazla acı duymalıyım mantığıyla acılara bulanmak. Çivi çiviyi söker ama o çiviye vurduğum çekiç de benim, arkadaş. Bir de askerdeyken, her günün bir anlam yüklenmesine uğraması hoşuma gitmişti. Belki tezkereden sonra artı değer hiçbir şey olmayacaktı ama yine de o kahır bitiyor ve ben sivil bir heyecana kavuşuyordum. Bir tanımadığım insana sırf online oldu diye, hayatımın en güzel yazılarından birini yazıp yollamıştım. O da cevaben anlamadığını söylemişti. Evet anlamıyordu, zaten hayat bir başlangıcı olan birşey olmadığından ve bir nehir gibi sürekli aktığından, başlangıcını göremiyor insan. Halbuki her gün bir yeni hikaye oluyor, ancak göremiyorsan o hikayenin suçu ne ki?.. Ayakları yere basan bir mutluluk düşle ve olacağını varsay bir an. İşte umut ve işte hayat bu...

Hiç yorum yok: