18 Kasım 2008 Salı

Mutedil

Geliş gidişlerden sana vakit ayırmaya çalışıyorum sayın blog. O kadar çok şey oluyor ki yazacak, unutuyor gidiyorum, o bakımdan affına kul köleyim. Balıkesir sonrası yorgun olmamı beklerken sanırsam, bu hatta çalışan bir otobüs olmuşum, hiç komadı vallahi. Ne buralı ne oralı ne başka yerliyim... Bir kaide ve kural koymalıyım, kardeşim. Hayır yalnız da değilim de bu ne; habire git git... Kıçı kırık tavuk gibiyim, tüneyemeden labada dubada dolaşıp duruyorum.

Bu aralar ordusu ile gelip beni yöneten bir güç de Evanescence oldu. Zaten gitmemişti diyeceksin biliyorum, ancak artık kafam başka birşey götürmüyor. Bu da ironik biliyorum, ama çoğu sözü anlamadan ve müziği ritmik hafif sert kaçan müzik sanki ilacım oldu. Tabi bir ayrıntı da, yolda geçen zamanımı 2006da aldığım ve alıyım mı almayayım mı diye 2 hafta düşünüp, bu duruma üzüldüğüm çakma sony mp3player'ımın bilgisayarlara küsmesi ve artık bünyesinin artık yeni şarkı kabul etmemesi... O yüzden sürekli Ahmet Kaya, Teoman, Gripin ve tabi Evanescence arasında dolaşınca kafa dumanlanıyor. Bir de yaşadığım buhranlar sırasında çok da içli olmasın ama güzel olsun yaklaşımı ile geldi soframa bağdaş kurdu bu grup... Seviyoruz bozulmasınlar, tek istirhamımız hep böyle kalsınlar...

Bak duygusal algı dedektörlerim duygusal bir ayrıntı daha yakaladı. 550 kaatla geçinen bir yaratık olarak(insanca yaşanamıyor o paraya) 70 yetelelik bu çakma sonyi almak için kukumav kuşları gibi 2 hafta düşünmüştüm. Herşey bir yana, makinanın ne kadar sağlamlığı, ne kadar müziğe doyurabilirliği değil bu kadar yıl sonra bana kalan, 70 milyonun bu kadar değerli oluşu... Ne kadar 550 liralık bir yaşam standardı olsa da, o yaratığın bir gururu vardı ve bu süreç sonunda baya incinmişti, ki bak hala acısı çıkmamış giydiği insan sıfatından... İşsizlik ve İzmir'de kalma isteği ile dolduruyordum bütün eksikleri. Ha mutlu muydum, sanırsam evet de, iyi bir tecrübe olduğunu hatırlıyorum. Öğle tatilinde, Cumhuriyetten elinde kumru kemirerek denize bakış atmak bunların hepsini telafi eder mi acaba?... Şimdi cebime nerdeyse 3 katı para giriyor, ama yine mutluyum sayılır. O zaman bitmiştir bunca tantana... Kendime de kızdım, olan o oldu sayın blog...

Bu arada, pederden arabayı koparmanın emarelerini aldım gibi. Cumartesi akşamı arabayı bana verdi ve evde kaldı. 1.30a kadar inmedim arabadan. Güzel bir şeymiş ama büyüttüğüm kadar değil. Hayatın bu diş sızlatıcı soğuk şakacı tavrından bazen sıtkım sıyrılıyor. Herşey orjinal sevdalık hali ile yüzüme gülerken, elime geçince, bu kadar zaman yapılan hırsa isteğe, ne kadar değmediğini gösteriveriyor bana. Aynı bir kadını çok beğenip onunla hayallerinin süsü yatakta sevişirken, aslında onun da bir erkek olduğunu anlayan salak şehvet kurbanı gibi oluveriyor bu tecrübe. O bakımdan bir şeyleri bu kadar büyütmeden istemek gerekiyor.

Ey hayat, sen bunca isteğe acıya rağmen yaşanır olduğuna inanıyor musun?... Tek seçenekli sorular gibi olmazsan acaba, ne derdin üzdüklerine?

Hiç yorum yok: