ayakların koşar adım, birden yiter sesin... gitme denmez böylesine, gelmeyen de gidemez zaten, hep misafir kalası; bu civa dökülmüş eski maden yalnızlığımın, zengin cevherinde; gitme hakkım saklı kalsın diye içimden geçirdiğim, sabah giderken şimdi, akşam güneş batarken, sonlandırmasını umduğum bir telefon konuşması; o benden şanslı alet; o nefesini geçirgen ve bu şansını savurgan; bu bakımdan haliyle zengin benden, hayalce çorak, o yanaklarına değen talihli alet, ben yokken yada hiç olmayacakken, seni dışarındaki dünyaya bağlayan manasız icat...
gelmeyeceksin. gelmediğin, gelmezliğin, susma hakkımı kullandığım bir hayal kırıklığı, zaten gelecek oluşunu düşündüğümden düşümden uyandığım utanılır bir hayal kuraklığı... ah güzel kadın. dokunmadım tenine, bu bakımdan en çok benim olsa da bu hak, bencil bir seven olarak, ben feragat yarışında en öndeyim, sana dair. koşa koş git. bir alo uzağında değilim, daha uzağında, hep gözünün daldığı; bu ovanın dağla kavuştuğu; düzlüğünün bozulduğu ufuk ucunda, sonsuzlukta. kapımı çalsan da, çalınmış yalnızlığımda zaten sana yer yokken, arkalardaki boşluğu dolduran pişmanlıklarımın, sorumlulukları arkadan öne uzatışı ve senin muavinliğin; bu çılgın gidişimde...
yolun zaten bana düşmesin, bu araba çoktan dolmuş, müsait bir yer olmadı, olmuyor; anca müsait bir yerde ölmek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder