özlemek
'
böyle can çekişmeli yaşamak, ellerinden tutup da yolun ortasına bırakan bir kancık sevda özlemek... olsa özlenmez ya, türkçeye göre böyle de, benim anlatabileceğim hiçbir dil kadar aşağılanmak özlemek ve tanımsızlaştığından sadece betimlenebiliyor, bir karşılığı kalmıyor özleyenin. yürürken ansızın vuruyor mesela, hani yanımda olsa diye bakarken boş yanına, o yanın titremeye başlıyor, kötümser kalıyorsun üstelik, umutsuzlaştırıyor. haksızlık edilirken olmayışına ve gerçek büsbütün yoklukken, var edip palavra üretiyorsun ya kafanda, işte orda bitiyorsun. kahpe bir kurşun. özlemek, sızar yaradan, kanıyordur da, yalan kabuk tutmaz işte. ve özledim ben şu an yani yaralıyım, yani üşüme var bedenim de, itiraf etmek gerikirse de serilecek bir umut yok gözümde, buz gibi özlüyorum. korkuyorum kafamı gömdüğüm hayal dünyasının dışındaki gerçekten, vücudumu gizleyemeden, öyle salakça bir yakalamaç, ama korkunun ecele faydası yok ve günbegün ölmek özlemek; cendere yaşaması... dar alanda yapılabilecek tek şey böyle sıkılmak ve sıkıldıkça ezilmek, ezildikçe daha tok, daha ağır; daha yoğun özlemek; kısır döngü, döndükçe farklılaşıyor ama değişmeyen tek şey daha çok özleyip hızlanmak... hız felakettir ve felaketçe sevip, felaketçe özlemek yan etkili bir hastalık ve ilacı yok, varsa yoksa sen... sarhoş gibi dolaşmak bir başına ve bazen ilginçtir, kalabalık içinde nöbetinin tesadüfü gülen eğlenen kişiye, ansızın acı gülmek somurtmak, o andan kopmak. kopunca sahipsiz, öksüzlüğe dönüş... öksüzce seviyorum seni, piç sevdanın, olmaz olası hasreti ile hala izinin peşindeyim ve kırıntı sevinçleri, büyük boy ekmeğin arasında kaybetmek üzereyim. neyse ki ben de kayıbım sende, bulunamadığımdan bu gamsızlığım ve sende olmayanlığıma selam söyle, az sonra hayatımdan katacağım ona...'
...der ve son verir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder