Biliyorsun ve biliyorsunuz, hayata dair yazamaz oldum, hakeza kapılıp gittim bahtımın rüzgarına, hayır kim açtıysa arka kapıyı ceryanda kalmışız. Kaç gündür gürül gürül yaşama deneyimini tadıyorum, fazla anlatılır türden olmadıımdan belki, dut yemiş bülbülden suskunluğum ve misafir olmasını umuyorum.
Geçen ışıklar kapalı iken ellerimi yıkayan kendime kapalı ışık ve dışarıdan sızan koyu gri yağmur havası aydınlığında baktım ve saçımdaki akların siyahları yavaş yavaş avuçlamaya doğru gittiğini gördüm ve hınzırca güldüm. Uzun zaman önce kaygılarımı, uzun zamandır giymediğim ve boyası kaçmış ayakkabıların arasına koymuş olmalıyım, hakeza kaçışlarımın tek müsebbibi, zaten hep bu, yani temel nedeni sorumluluk isteksizliğim. Her neyse, itilip kakılmadığım ama hayatın da beni pek sallamadığı günlerimdeyim özetle. Yazacak yada anlatılacak çok şey ama anlatacak meşakat de o kadar yok işte.
Yıllar önce blogu yazmaya koyulduğumda da yalnızdım ve yalnızlığımı yazıyordum ve bunca zamandır yazdım hep bu şevk ve sır kaçıran hallerimle, ama şu sıralar, kendimle birşey paylaşmadığımdan mütevellit, hiçbir şey kalmamış gibiyim. Şarjı bitiyor belki yazarlığımın. Hani bu anlarda hep denir ya, yeni bir şey yap diye falanca kişilerce, bende o da sanki; işlevsiz. Yeni ne varsa gayret istiyor be usta. Ben ise püf desen uçacak sağlamlıkta basıyorum adımlarımı, yeni bir adıma bile kulak kabartmışım, yeni yeni derken eskiyor bende değişim umutları.
Zülfü Livaneli'nin şarkısı var ya, Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey diye: Ben insanı değil insanlığı ve dünyayı bile severken, beni bunca çelişkiden kim kurtaracak yada kurtarmalı mı; aha bir tane daha çelişkimle kalakaldım pek sayın seyirciler. Aslında birşeyler yapmaya, ne beklemek lazım, birşeyler yapmak için durak bekleyeni mi olmalı, onu da bilmiyorum ama turnusol kağıdı gibi olmayı yeğliyorum, asitmiş bazmış hepsi paşam ağam.
Bazen facebook baykuşluğum tutuyor. Tanımadığım yada tanısam da sevinçlerine acıktıklarımın o ciks fotolarına bakıp hayranlık besliyorum en güzel aşlar ile içimde. Ha diyeceksin(iz), nedir sana kalan, yine oh ne güzel mutluluk demek ve bana sıra gelir mutlaka şüpheli heyecanı... Hani laf var ya komşunun tavuğu komşuya kaz gönür hesabı, biliyorum o da öyle, benim ise yalnızlığım yada avunmalarım hep böyle yaralıyor insanlığımı, hırslarım yada arzularım asosyalliğimin türevi. Tek çocuk travmasına bağlıyorum, kendi başına oynamak zorunluluğu ve paylaşmaya yektenmeden hem kasabanın şerifi hem de belediye başkanı iken kasabalı bu hallerimi yada böyle olduğunu sanma isteklerimi hayatımın. Mesela bu akşam işten eve dönerken arabada bir arkadaş, abicim senin işin çok zor dedi. Dedim nedir, o da yalnızsın abi yok yemek yok ütü bunlar çok zor dedi. Ben de saçlarımdaki aklara attığım hınzır ve sessiz gülüşü attım.
..Ve derken evdeki bütün yeşil elmalar bitti ben de koçanlarına dişimi geçirdim hasretle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder