23 Eylül 2009 Çarşamba

kızılcık şerbeti

Cuma günü aceleyle çıktım haliyle, saat 20.30 gibi araba vardı, beni götürmesi gereken ve maalesef iftar 19.30 sularıydı; dolayısı ile seyyar iftar tadında bir deneme yapmak da mecburi oldu. Gelip giyin et, küçük bavulu hazırla derken, saat 19 kıyısına vuruyordu da, oruç niyetindeki insana zaman akışı yavaş çekimde oluyordu; vakit geçmiyordu ezcümle. Bilgisayardan dünkü verileri doğru aktaramamak kaynaklı edittin' çalışması ile vakti oyaladım, boyaladım. Top patlarken ben evden henüz çıkacaktım, sonrası 2 dakika hemen hemen tostçuya eve girmeden verdiğim 2 tostu teslim alıyordum, elimde minik çanta ve laptop çantası ile. İkisini paketletip, otobüsü(38) beklemek üzere Durmaz İşhanın dibine kadar sokuldum, karnım aç, susuzum ama bir hedefim vardı; yola gidecektim. Bekleye koyarken, iki çanta yanımda kuzu kuzu oturur ve ben tostlara yamulurken, herşeyin öneminin hedef kitle olduğunu anlamak üzereydim ki, yeterli glikoz düzeyine erişemediğimi fark ettim. Allahtan otobüs yanaşmıştı ve 2. tostu kuzu gibi yerine yatırıp, otobüse atıldım. En arka köşede sote bir yerde kaşarlı salçalı filmin kalan yarısına yumuldum; yol akıp gidiyordu. Demin karnı şişmiş, koşan, yetişmeye arzu ile acele eden şehir, boşalmıştı adeta, keyif cigarası nefesinden akıyordu; ama bizim güruh araba aşkı ile halen yanıyordu, otobüsümüz vardı netekim. Bu çala kaşık halim henüz sönmemişti ama ben çay derdindeydim. Seyyar çaycıya yaklaşıp, bir yudum rahatlık aldım; 0.75 TL idi bu günahın bedeli ve k.çı soğuk taşa koyup keyfine bakmaktı. Derken telefonum çalmıştı, yürek parçasının biri daha arıyordu; teşekkür ile. Kabul edip iade ettim, varlık sebeplerini beslemekti zaten amacım. Derken araba gelecekti, uzatmadım Aydın Havası'nı severim, diyelim. Kestane şekeri aldım br ara. Araba gelmiş ve ben yerime kurulmaya çabalamıyordum sonrası; açık havayla temas ediyordum. Bursa'dan borç aldığım bu havayı ciğerimle Balıkesir'e götürecektim; derin dalınacaktı özetle; yine derin nefes alıp girdim metal götürgeç'e. Nilüfer'in hizmeti olan televizyon'u reddettim yine, tel'e taktığım kulaklıklar ile yol almaya başladı yanımdaki manzara, benim kafamı dayadığım camın yanından bursa'ya akıyordu herşey. Benim ise hayallerim başka idi: tezelden devrim yapmak lazımdı, bu ülkenin yada dünyanın tek kurtuluşu bir devrim yapmaktı, paylaşılmalıydı herşey, bencillik her insanın ve toplumun yegane düşmanıydı, hemen harekete geçmeliydi önlemler için de, kim uğraşacaktı allasen şimdi... Ses etmedim, sessizliği pederin alosu bozdu, biz de Susurluk Outlet'in o tarafta boşaltım sistemlerinin azttığını düşündüğüm bir yolcunun tuvalete gidişini izliyorduk otobüsçe; o sıra. Dedim yarım saat sonra şenlendirecek ma'baadım arabanızı efendim, derken geldi vatandaş, biz de Balıkesir'e geliyorduk. Otogarda pederi buldum, atladık arabaya. Laf aramızda bu görüntü yıllarca süren yolculuk maceralarım sırasında hep özlemini çektiğim bir hadiseydi. Aynı otobüsü paylaştığımız bir çok kişinin bekleyeni terminalde beklerken, benim bekleyenim, çoğunlukla belediye otobüsü oluyordu; o da şansım varsa idi. Taksi desen, eve giden yolu nerdeyse iki şehir arası bilet parasının 1.5 katına kat ediyordu; seve seve bekliyorduk bu bakımdan, sadık ve kominal yarim; canım belediye'min otobüsünü... Her neyse eve vardık, valide sarıldı hasretlen. Bu da hasretini çektiğim bir hadise daha'ydı; buyur'du hatta; yetmedi burdan da yak'tı, ve de. Peder yurtdışında çalışırken tek çocuğunda atraksiyonsuz hayatının bütün hezeyanlarını tatmaya çabalayan bir anne ile yüzleşiyordum her seferinde. Geldiğim gibi şap şup öpüp, akabinde benle kavgaya tutuşuyordu zıttırık bir hadiseden. Çok sonra anladım bunun yalnızlıın yan etkisi olduğunu, zaten ben o evin bir sakini değildim; bunu anlamak da zaman almıştı-aynı zamana denk gelir tarihsel olarak zaten. Aldığım kestane şekerini ikram ettim ben de sevdiceğim'e. Filmi de kurdum peder ile ona, baktılar dalgalarına. O gece bir film daha patlattım sanırsam pedere ama ikinci filmden önce yatağa giden anneme uyup ben de sızmışım yanında, aldım filmin orta bi yerinde voltayı, yatağa. Her neyse, ertesi gün oruç hadisesinin erövizyon finali vardı, düm tek tek diyecekti, ben de bir itin fazla kemiklerini gidip toprağa gömdüğü gibi gömdüğüm kahvaltı keyiflerine kavuşmaya az kalmasının heyecanı ile sahur yapıyordum.

Ertesi gün, idare etmem gereken iki sigara tiryakisi vardı ellerimde. Peder barut fıçısıydı, yine ters bir hadise yarattı dili ile, ben de idareten anneme yok öyle demedi dedim oruç ağız, Allah affetsin, ki; buz gibi de demişti. Gittik pazar düzdük geldik, validenin surat yerlerdeydi halen. Arada pederi dürtükledim özür dile bari diye, o da ne diliycem yau diye bikbikledi. Ama asıl olay annenin bunlara kulak misafiri olmasıydı. Dan diye o tv gürültüsüne kamufule olduğunu sandığım muhabbetin vuku bulduğu odaya daldı, hani dememişti nidası ile. Ben de peygamber sözüdür, çiftlerin arası için yalan mübahtır diye ağır bir laf ettim... Baktım olcak gibi değil sinir harbi başlamış, gidiyor, ben de odama gittim ve koydum kafayı uyudum kalan zamanda. Uyandığımda top patlamıştı, kaç gündür tost ile imtihan ettiğim nefsim, sonunda sıcak ve sulu anne yemekleri ile randevusuna ulaşmıştı. Her iftar gibi az yiyebilmiştim, bu hem kederim hem de kaderimdi, harf farkı yetmez'di, sonuç yetinmek ile gelebilirdi. Bizimkiler iyileşmişti Allah'tan, nikotin ne güzel bişeydi Yareppim... Her neyse, o gün gene film izlettim durdum Pedere. Hatta bir ara, Fringe'in ilk bölümünü bile izledi ben baba bu film değil dizi diyince saçmaymış yau buyurdu haşmet vahapları, bana gülücükler bırakarak.

Bugün bayram erken kalkın çocuklar demedi, Barış abi, gelen pederdi, yataktan kaldırılmıştım, bayram namazına davetliymişçesine. Yau dedim daha yarım saat var, el cevap; olsun ben gidiyorum dedi, bu sefer tuttu caminin yolunu, ben de uykunun tabiiki. Gözlerimi saat 12ye açmıştım, kahvaltı beni bekliyordu ve sevgililer karnımda buluştu. Bizimkiler baktım ayaklandılar, babannenlere gideceğiz hesabı, ben oralı olmadım, siz gidin geliyorum diye. Saçlar kirlenmiş, banyoya ramak vardı, ama gittiklerde rastladıkları amcam telden beni çağırıyordu; kıramazdım ama saçımı lavabonun soğuk suyuna boğup kurutmadan gitmedim. Bir de gittim yemek sofra, tüm aile efradı yumulmuşlar, beni davet eder halam da, ben yemek işini daha demincek yapmışım, yemek istemiyordum. Yemek sofrasından affımı istedim haliyle, muhabbete başladım yerine. Sofra toplandı ve ben her zamanki amcam ve evlatlarına masaj kaygılı ovmalarıma giriştim. En genç, en kuvvetli ben miyim yoksa tümüyle yetki göçertmesi mi var, bak kaç bayramdır ben bundayım da soramıyorum, önüme gelen aile efradını çiğ köfte bulguru gibi yoğuruyordum. Her neyse o da bitti derken benim karnım acıktı bu sefer de, halasının en kıymetlisi olmaktan ötürü bana kurulan sofraya tek başına teşrif eyleydim ve evet tam bir p.çtim. Afiyet olurken amcamlar kalkıyordu, ben de kalktım yolculadım, içerideki misafir odası misafir doluydu, yanından uğurlayıp yemeğe koyuldum. Bir akrabanın evladı geldi yanıma, her bayram yoğurduklarımdan ve tabi sinir ettiklerimden. İşin komiği yaptığını yapıyor, nasibini almaya gelince, yan çiziyordu kefere; ağlamak falan. Her neyse bu sefer uslu duracağım diye denizden çıkan soğuk şahink tavrıyla geldi kerata odaya, zaten göbek de yapmış'tı. Neyse, ordan aldık voltayı ve eve dönüş ve yine makinistliğe devam dedik. Akşamı liseden arkadaşım Aydın ilen buluşup, cafe garden'e hurruç eyledik. Hava soğuktu, üşümüştük ama muhabbet güzeldi. Hayatın çelişkileri ve mizahtı konumuz, o da benim biraz daha terbiye edilmiş halim olduğundan sorun yaşamıyorduk açıkçası. Susurluk outlete uzanıp, özlediğim ve kapitalist bir özenç olan McDonalds'tan hamburger ve patates ikilisini mideye indirdim, Aydın yalnız bıaktı o bakımdan beni. Aslında adevrimciliğin de beni terk ettiği yer orasıydı 2 gün önce, çözmeye kim uğraşacaktı zaten... Her neyse kandili yine evde söndürdük sağolsun kardeşim beni eve kadar bıraktı, tabi o arada mezun olduğumuz okulun pilav buluşmasına katılmak üzere sözleştik.

Ertesi gün ise 13.30da samet ve aydın'ı kapıp, okula götürdüm, tayfa toplanacaktı. Ancak bizim mezun tayfasından çok az kişiydik. Geçen yıl ilk defa gelip de bizim kalabalığımızı görünce, bu yılkine de ister istemez öyle bir beklenti yaratmıştım kendi kendime de, evdeki hesap ayrı çıktı gerçeğine. Olsun, yine oturacak bir kaç arkadaşımız ve gırla muhabbet oldu. O gün yine cafe garden'a gidip oturup iş konuştuk. Kocaman adamlar olmuşuz sanki dedirtir gibi, t..k muhabbetini bel üstüne çıkartmıştık sanki. Derken başka bir arkadaş aradım, müsaitsek görüşmek üzere, keza öncesi günden sözleşmiştik. Eyvallahı çekip, gittim evinden aldım ve Ticaret Odasının Cafe tarzı bir yeri varmış, oraya götürdü altımdaki peder pasaportlu arabayı. Balıkesir'e kuş bakışı, soğumuş sallama çaylarla demlendik ama çok mu çok üşüdük. Fazla duramadık, evine aldığım gibi bıraktım 2 saat sonra. Derken peder aradı, validenin teyzesi hasta cimbomlu biri olaraktan Gs'nin maçını izlemek istermiş. Biz de pederle gittik aldık izlettik, misafir kaldığı yere bıraktık geldik. Makinistliğimin son gecesiydi.

Son günüm ise, öncesi günün gölgesinde kaldı sadece. Sadece amcamlara gidip, bayram ziyareti yaptık. Allahtan bilgisayar ve internet vardı, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım ki, peder başımda otobüse yarım saat kala bitene kadar dalmış gitmişim. Arabaya yetiştirdi sağolsun. Araba geç kaldı terminalde oyalandık ayrıca. o sıra Valide ve ona el sallarken, yine otogarın çıkışına kadar içimi, arabayı durdurup gitmiyorum ulan naraları ile yanlarına varmak duyguları kapladı, durdu. Ama ne zaman kapıdan çıktık, ben artık başka biri idim sanki. Bu kahpe ve kaçıp giden efkarlar, beni terk edene kadar büyüyemeyeceğim, anlaşıldı.

Hiç yorum yok: