29 Eylül 2009 Salı

Japon Balığı

Siyah mont, beyaz bir shirt, bahçıvan pantalonu ve ben gece 23.30; dışarıda... Kulağımda bir şarkı, bilmediğim, çünkü her gün bakmadan geçtiğim sokaklara, bu kez bakıyorum içlerinden. Her birinde yüzlerce farklı hayat var, farklı insanlara ait, farklı paylaşımlar, farklı üzüntüler, hırslar, heyecanlar; ruhlar ve bedenler. Gözlerimle her birinin penceresini okşuyorum; sanki her birinin ruhu buna mimliymiş ve bana sanki yalvarırmış gibi.

En kötüsü de ne biliyor musun, insanlığın gereği, tanımak isteği... Yine belki ihtiyaçları olmadığı anda hayatlarına bodoslama dalacak bir arızalı sosyofobik ve onların kurgu mutlu yüzleri yüzüyor fikrimin açıklarında o an. Şu an dalsam şu apartmanın birine ve merhaba desem senaryoları dilleniveriyor aklımdan. Yalnızlık zor, kendine yapıyorusun ne yapıyorsan ve o kendin oluyorsun yaptığın; en güzel kadın da senin, hiç kadın da mesela; yalnızsın çünkü. Yorganını çekince, ayakların üşüyor ya, iki baş parmağın başkasının olduğunu sanmak istiyorsun, ve ona ayaklarını uzatıp üşüdüğünü görüp, ısıtmak için hareketlendiriyorsun hayali ayaklarını, oysa en çok yorgan gelir yalanlığının hakkından; yorgan gerçek çünkü.

...Yürüyorken de ellerimi gizliyorum. Ne yapacağını bilmeyen ayrıntılar onlar bedenimden bağımsız. Her gelene karşı gizlenmeliler o an benim için, edep yeri gibi, utanç tutmalı havayla teması. Sıkıcı olacak biliyorum ama o da yalnızlıktan; gizlemek isteniyor o an kimsenin tutmadığı o eller. Bak ben ne kadar yalnızım diye hareketli bir şarkı yapılamadı bu yüzden ve ben o elleri o neşeyle kavuşturamadım hiç; alkışlayamadım yalnızlığımda.

Yine geçen gün, bir arkadaş ve sevgilisi ile oturuyorduk bir kaç çay bahçesinde. Kafam şişiyordu aralarındaki sorunlardan ve birbirlerinden şikayetlerinden; ama aksine muhabbetin içinde; birini diğerinin affını sağlamaya çalışan bir arabulucu misali, teskin etmekten sorumsuz devlet bakanı hallerimle; kendime rol biçiyorum. Peki bunca salak saçma karı dırdırı ve erkek umursamazlığının çözülmeye muhtaç sarmallığının arasında benim ne işim vardı; pek tabii yalnızlıktan; hem de günlerdir tek başına tek laf edemenin istifrası kalbimin orta yerine takılmış, nefesimi güçleştirirken. En b.ktan, en salla pati laf bile bana ilaç; bana şifa gibiydi. Kendimi bu hallerimle kabul ettiriyorum çoğu insana bu sıkışıklığımda; bu yüzden yalnızlığım daha da keskinleşiyor. Çünkü onların sorunlarını dinlemek yine onlara birşey katmıyor ve aranmayanlar listesine yazılıyor adım.

...Köprüden geçiyorum bu arada. Aşağısı yeni toparlanan şırıltılar ile akıyor yaz yorgunu. Kulaklarımdaki ölüm ile çiftleşen hüzün simsarı şarkı ile, boşluğun bir parçası da olmak istiyorum o an. Yok olmalıyım, şu an bu sokak bensiz daha güzel belki diye düşünüyorum, Bursa belediyesinde fahri bir şehir gönülsüzü gibi; temizlemeliyim kendimi diyorum. Ne var ise temizlikte var. Sersemlik bu düşündüklerim, yaşamanın bir formülü yok, bu amentü gibi aklımda; çakılı, ama intihar cesareti de yalnızlığın bir tezahürü değil mi sanki. Suya dalıp gitmek istiyorum o dere nereye gidiyorsa. Burdan sıkılmak yok, karışımında bu isteğin, sadece tek başına sokağın caddenin ilçenin ilin bir parçası olamamak ama derenin bir parçası olmak amaçlaması.

Kenarından duvarda eski bir platoniğin cintonik ismini görüyorum, duvara yazılı. Hani Bornova'nın yine bir köşesinde yazan ve o ismin önünde fotoğrafçılık ile ilgili mürekkep yaladığını söyleyen arkadaşa bir rica; fotoğrafımı istediğim o ismin önünde; ama cesaret edemediğim. Öyle bir bakıyorum; yalnızlığa tahammüllü ve yaktığı yerlerin artık acımayışının özeti gibi hissizliğim; gülüyor gibi sırıtıyorum sadece. Hani sanki kesmişler bacaklarımı da, ben uyku hali ile bacaklarım ile çırpınıyormuşum gibi uyku semeresi. Biyolojik açıdan çok geçmiş başka aşkların üstünden ve o ırmak çoktan akmış ve ben onun parçası olamamışım, zaten. Her neyse, emin adımlar ile yürümeye tenezzül ediyorum. Hareketli bir şarkıya rast geliyor telefon ama ben bu geceki hüznümün daha da üstüne yürümek için, nerdeyse 2 dakika telefonu karıştırıp o sokağın köşesinde, aynı şarkıyı arıyorum. Kastım üstüne gitmek ve bu ters yüz olmuş balığı diriltmek. Aynı şarkı ile aynı köprünün bu sefer karşısından geçiyorum. Bu yüzü beni içine almayacak gibi zaten.

Eve gitmek için hareketlenirken, sapmıyorum sokağıma ve markete gidiyorum; o, gece vakti açık olan; son süper markete. Zıpkın gibi ilerleyip cezerye kutusuna gidiyor elim. Kadın dergilerinin en deneysel olarak hayatımıza soktuğu; kendini şımartmak deyimini gerçekliyorum, bu eylem ile. O da benim kadar yalnız zaten markette, ben almasam; kimbilir belki bozulur gider. Yemek lazım idi bu cezeryeyi ve şu an yiyorum zaten. Ama glikoz da olsa hala anlayamıyorum AMICA yazıp da aynı derginin amika diye okunmasını, içindekiler her ne kadar anlamsız da olsa türkçe olmasına rağmen. Bu anlamsızlık, yalnızlıktan da olabilir pekala; tahammülsüz yapıyor bu başınabuyrukluk insanı. Sanki benim uzun ismimi yıllarca kısaltmamışlar ve öyle nam salmamışım gibi; anlayamıyorum isimlere getirilen farklılaştırmayı. Oysa bunların hepsini yazan da aynı yalnız ben, ama okuyan olursa bunu da es geçsin, kısırdöngü de yapabiliyor bu yalnızlık.


Hiç yorum yok: