15 Haziran 2009 Pazartesi

Kristof Kolomb ve Aztekler







öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
,
çöpçülerin elleriyle okşardım seni...
yanlızlığım benim, süpürge saçlım;
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

C.Y.








Tutamıyordum ellerini, ellerim kirli... Hatta ne desem yarımdı anlatamıyordum, basbayağı kirliyidim. Kim olduğumu bilsen zaten kaçar giderdin. Ben zaten kaçıyordum senden, her gün apartmanınızın önünde bekler seni izlerdim, eve girişini, apartmanın ışığını yakmanı, en son evin ışığını.. İçim huzur dolardı, bir metanet fırtınasıyla giderdim daha sensizliklere doğru.

Hatta inanmazsın, hiçbir zaman kendimi o evde düşlemedim. Ne ellerin vardı cennetimde, ne de her zaman bana tanımayan gözlerle bakmış gözlerin vardı, ben cehennem erbabıydım zaten. Girişini yasaklamışım, cehenneme daha ne yapılabilirdi ki seni sevmek adına?... Kendi etimi yedirmeye bile razıydım hatta, yeter ki; yamyamlığın asaletinin kendini yememekten geçtiğini anla, yeter ki sandığım üzüntüler bir daha tesadüf etmesin sokağına... Ben kendi yamyamımdım zaten, bu konuda sana bencil davrandım; her seni görüşte biraz daha yiyordum kendimi, hayatımı...

Anlatmaya bile tenezzül edemezdim zaten. Nasıl anlatabilirim senin belki kirlenmemiş sofrana benim çöpten topladığım artıkları koyabileceğimi yada tertemiz koynuna bu kirli, bu paspal hallerimle nasıl bir mutluluk olabileceğimi, sana... Anlatamazdım, anlatmadım; dilsizdim; en güzel şiirlerimin de dili yoktu, duyamazdın bile.

Ne kadar ölüydüm çünkü kendimdim. Yarım değildim ama, üzülmüyordum bu halime, yoktum zaten. Yokluğum hayatına bir etki etmiyordu ama çöp de kokmuyordun ya, bu bana yeterdi. Benim gözyaşlarım bile kirliydi zaten, yanağıma uğrar, gözümden çıkıp, ordan nereye gitse hep kirliydi hem, ben kirliydim çünkü; ben...

Bazen gülerdim. Gidişine bakıp, o güçlü kadını oynamalarını. Her terk edilişte biraz daha direnmeni, hayata biraz daha sarılmanı. Bilemezsin, her yenildiğini sandığın anlarda, daha direnmenin bana kattıklarını. Bazen kendime masallar anlatırdım hatta, o öykülere seni kesip yapıştırırdım , ama seni üzenler yoktu karşında; belki sadece senin üzdüklerin...

Ağlama krizlerim de olurdu. Arayıştaydın, hele böyle henüz kopmuş bir sonbahar yaprağı gibiydin, dal arardın. Kimseyi bulamayınca göz yaşlarını gözünde biriktirdin. Ben sana dublaj yapardım, seni düşünürken, üstüne biraz daha ağlardım üstelik. Ağlamaları da transfer edip senden, daha az üzül diyeydi bir bakıma. Ama asıl bedbahtlığım, asla hikayende olamayacak olmamdı. Kendime biçebildiğim tek rol, bu güzel hikayeleri yazan ve anlatan olmak, belki biraz da annesinden dinlediği ışıltılı masallar sonrası o masallara gideceğini uman uyku yolcusu çocuk olmak... Bunu da eklerdim, ağlanacak listesine, kurumuş pınarları şenlendirirdim, selam verirdi kirli yanaklarıma, kirli göz yaşlarım, çıkıp giderken de üstü kalsın derdi....

Bir gün gördün beni çöpleri karıştırırken. Tesadüf etti gözlerimiz. Gülümsüyordun, nedenini kestiremediğim türden... Bir sigara molasıydı bedenimde yatan ölüye, öğretmen zilini duymamış olmalı: Elim uzanmış, istemsiz. Sevecenlik boşalttı gözlerini, yerine acıyan gözlerin taşındı aniden... Koptun gittin yine. Ben güldüm; hem de hiç kazanamayacağı bir şeyi kaybeden bir neşe fabrikatörü gibi, iflaslıktım zaten.

Hiç yorum yok: