28 Mayıs 2009 Perşembe

Yalnızlık

Biliyorsun sayın blog, yalnız yaşıyorum evde ve genellikle bundan memnun bir yapım var. Bana en çok zor gelen şey herhalde bana çok karışıldığını hissine sahip olmaktı, çünkü hala yalnızlık muhafazakarlığında bir yanım, fena halde kuvvetli. Bağımsızlık, çoğu zaman çok güzel bir şey ama anlatacaklarım var; bazen de fena halde insanı işgal edip, gitmiyor.

Geçen gün spordan gelmiştim ve evden önceki rotam olan marketten biten eski şampuandan almak üzere uğramıştım. Banyoya girmem elzem olsa da, ben her zaman kendimden vakit çalmayı severim ve yine öyle oldu; ya bir telefon yada internette biraz vakit daha geçirme bahanesi ile terim soğumaya yüz tutmuştu ve ben hala evde oturuyordum. Sine-i millete dönme refleksi ile bu şeytan yoldaşlığından sıyrılıp küçük evimin; dikdörtgenimsi ve enine uzanan banyosuna daldım. Muhtemelen aceleydi hareketlerim çünkü daha yeni sıyrılmışken elbiselerden ve ıvır zıvırdan, sıcak suyu açıp kafamı gömmüştüm. Daha sonra saçlarımı yıkama maksadı ile aranan ellerim boş kalınca, hay bin kunduz deyip, çıplak halde banyo dışına fırlayıp holden, yere bıraktığım torbaların birindeki şampuanı aramaya giriştim. Soğuğa talimliyimdir derim her zaman, ancak her zaman üşümek insan organizmasının dışladığı bir zorluktur, bu bakımdan her zaman kaçmaya yeltenir. Ben de bir hışımla üşüdüğümü hissettiğim o seksi halimle, gerisin geri tornistan banyoya geri dönmek üzere hızlandım. Banyoya girerken ayaklarımın ıslak olması ile tabi kalebodur içerikli zeminle demin ayaklarımın kesilmesi ile soğuyan ayaklarım vıyyk ünlemi ile bana kayıp düşmenin de yalnızlığın bir türevi olduğunu hatırlattı. Ninja tosbalar gibi çanak üstü yere oturdum ama Allah'tan çanakta bir şey yoktu. Fakat asıl herze ise, ellerimle bu kaymanın ilk esnasında, dengemi sağlamak üzere tutmaya çalıştığım kapı kasasını, akabinde gelişen kayma faslının devamında ıskalayıp, beklenen buluşmayı kafamla kasanın bir kaç salise sonra gerçekleştirmemdi... Aslına baksan komik bir durumdaydım, en çok korktuğum şey olan çanakta, bir problem olmadığına sevinen bendenizin, zonklayan sağ şakağına eline attığında sulanmış kanla buluşup canın sıkılmasıydı. İlk sıcağıyla tabi anlaşılmıyor ama pekmez ılık ılık akarken insan, onu durdurmanın yollarını arıyor. O sıra zaten üşümüşüm, çıkıp bir daha pamuk vesaire mi arıycam deyip kaldığım yerden sıcak su temasına devam ettim. Kanı durdurmanın en güzel yolu onu basınçlı su ile dinlendirmekti o an; benim için. Saçlarım kirliydi hem de terli ama sağ yanına gidemiyordu elim kafamın. Her nasılsa banyomu bitirip çıktım ve aynaya baktım. Korktuğum kadar olmayan; hafif meşrep bir şişik ile ve tırnak başı kadar bir yara ile karşılaştım. Derken tavsiye üzerine, ki o tavsiye de internetten gelmişti, buz koymaya yeltendim ama evde buz yoktu... Ben de buzluktaki dilimlenmiş ve kızartma olmak üzere bekleyen parmak patateslerin olduğu torbayı alıp bastım kafamın o alanına. Gece böylece bitti elbette ama o gece ve bu gece hala sağıma yatamıyorum. Ha bir de yemek yerken sağ tarafım ile çiğneme eylemini nezaket kuralları içerisinde yapabiliyorum, çorba içmek tek favori beslenme alışkanlığım oldu, vatan sağolsun.

Aklıma ya eğer bir şey olsaydı, da ayağa kalkamasaydım fikri gelmiyor değil, olduğundan beri bu karikatürel hadisenin... İt gibi orda üşüyüp, kan pıhtıları arasında bir an uyanabilirdim pekala ve kimsenin ruhunun duymadığı bir yaralanma ile karşı karşıya da kalabilirdim, verilmiş sadakamız varmış... Ama yalnızlık işte, ne o banyoya öyle palaspandıras girecektim, ne de öyle hamamdan kovulma yeniçeri akıncıları gibi dışarı çıkıp geri dönecektim, ne de düştüğümde yalnızlık ile paylaşacaktım herşeyi böyle... İnanmayacaksın, elimi kafamın sağına götürüp kanı gördüğüm anda anladım herşeyi; yalnızlığı.

Hiç yorum yok: