Bunların hepsine kader diyorduk, gelip giden biz olduğumuzdan da, biz birer hayat yolcusu idik, tam öğrendiğimiz zaman, bu sırrı, tenefüs bitmeden başka bir derse giriyorduk. Yada her şey sadece birer tesadüf yumağıydı biz manalandırıp, örümcek misali ilgi ağları ile birleştiriyorduk ayrık olayları.
Ben seviyordum şehirleri. Hepsi başkaydı isimde ve manada, hatta açtıkları ve diktikleri yaralarda. Neler neler vardı kanamış ve kanı akmış, kabuğa yüz vurmuş o yaralarda, ne umutlar ne yarımyamalaklıklar ve bağrına basarken o kentlerin, sıcak asfaltın tükürülmüş eriyik sakızı olup, kendine çekiyordu insanı... Ne acılar; ne mutluluklar ve tatmin artıkları ile kapatılmıştı, ama hepsinin üstüne bir tül perde çekip güzel diye tabirlendiriyordu ya insan evladı, en güzeli bu oluyordu yıllar sonra böyle ziyaretlerde, çünkü özlemiş buluyordu kişi kendini, yine olsa çekerdi o acıları, hoş gelirdi sefa gelirdi, ne de olsa. Bu külhanbeyi tavırlar hayatımın çoğu safhasında benleydi ama her ne olursa olsun; 2.5 yılı aşkın süredir ben İzmir'den bir tane daha bulamıyordum, asıl gerçek buydu. O bakımdan asfaltta yer etmiş sakız belki bendim ve ayağına yapışmaya çabalıyordum o kentin...
Cuma gecesi Manisa dağlarından körfeze yılan seyri, süzülürken, o şehrin yabancısı bir İstanbullu'ya da bunları anlatıyordum zaten. İzmir'den bir tane daha yok. İstanbul ona yetiyorsa, orda idare ampüllüğüne devam etmeliydi, yoksa işin sonu patlak bir ampüle doğru gidebilirdi, alimallah...
Bir sürü arkadaş görüp biriktirmiştim zaten, yağmur yağmış ve Küçükpark'ı sel almıştı, çok mu... Sevmek bir az anlayış değil mi, her hatasını; her yağmurunu yüzüne mi vuracaktım, ha?... Güzel kızları ve İzmir, sevilmeye her zaman layıktı ve sevilmeliydi ve seviyordum. Gidiyordum onca maceraya ve sevdiğimden aldığım belki uzun zamandır ilk defa bu kadar keyfe rağmen, ama yerde ne bir sakız vardı ne beni tutan, soğuk bir hava ile ben iki çantalı halde cebelleşiyordum bursa terminalinde. Uykusuzdum ve midem karman çormandı onca bira sonrası. Gitme diyordu herşey orası sende başka bir sen yaratıyor diyordu, ama dinlesem daha neler söyleyecekti kimbilir... Her aşk gönülü zaptederdi, evet, ama orda kalmalıydı, aşk peşinde koşan hippi olma çağları çoktan geçmişti 27 yılı deviren bedenimden.
Bugün artığıyım o yorgun bedenin, bol bol dinleneceğim. Haftasonu tekrardan memlekete gitmek zorundayım ve tabi oturacak yer yüzü görmemiş kaba yerlerimi de yanıma alaraktan. Ha diyeceksin, deli gibi çağlardın neden bu özetçi ve üstünkörü anlatışların deyi, evet biliyorum; ama bu seferlik en iyisini açmayayım, sen düşün blog. Nasıl olsa damla damla da olsa dökülür ağzımdan, ama sonuçla bol gülücüklü ağızlar bıraktım arkamda, buna eminim ve zaten gerisi boş...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder