7 Nisan 2009 Salı

Yıldız

Hani yıldızlar var ya, işte öyleyiz. Bir gece yoldaş oluyorsun, ertesi gün gökyüzümden kayan bir ışık kümesi, onun ötesinde karanlığa kiralanmış bir yokluk. Bu doğanın kanunu herkes rolü kadarını yapıyor ve onla yaşıyor, fazlasını yapamıyor yada rejisör önüne çıkıyor, senaryo değişiveriyor. Hepimiz sanat için her şeyi yapanlardanız ve de ama senaryosuz sanat oluyor be blog; olmuyor.

Her nasılsa, bugün iş çıkışı evdeki kalabalığa yetişmek için giderken Uludağ'a daldı gözlerim. Keşke sonsuz bir çözünürlüğe sahip bir makina olsa da, fotoğrafına döksem sana yapıştırsam dedim o vesikayı. Belki bir daha böyle kış olmayacak, belki bir daha böyle işsiz güçsüz ama keyifli olmayacaktım, diye düşlerken, Saray sinemasının yanından bir taksi benim bu düşüncelerle o an geçtiğim sapağa dalar gibi oldu. Öyle hızlı geliyordu ki, aynı hızla aklımdan bu görüntü, yani bu pamuğun yastıktan fırlamış ve dağa bir sevgili gibi dolanmış halesi, insanın son gördüğü şey olsa, ne kadar isabet olur diyordum. Neyseki yada maalesef, araba o sapağa girmedi sadece yolu yaladı ve yolcu bıraktı. 1 bilemedin 1,5 saniye ama bundan ne hikayeler çıkar, ah bilsen...

1996 yılıydı biz kente yeni taşınmıştık. Her sabah lojmanlardan öğrencileri okula taşıyan servisi bekliyordum sanki eski bir alışkanlık gibi. İzmir yoluna çıkar beklerdim ama o gün beklememişim ve karşıya geçeyim derken bir kamyonetin acı freni ve bana çarpması ile Özel Hastanede almışım soluğu. 1,5 hafta rapor ve 2 günlük hastahane ziyareti ile okula geri dönmüştüm. Ama sorma anlatamıyorum, hakeza tanım-beyin travması ve bana kırık kafamdaki ödemi dağıtmak için verilen kimbilri kaç kutu kortizon... Bana o günlerden bir miras kalmadı çok şükür, ölmek değil sakat da kalmak bir ihtimal'di sadece koku alamıyorum. Ha bunu kimseye anlatamıyorum orası ayrı. 5 duyudan biridir ama sanki default olarak insanlarda varmış sayıldığından yokluğuna başta inanılmıyor, daha sonra geyiğe vurup lezzetsiz şakalara vuruluyor bu özrüm. Bakarsan askerde ve tabii yurt hayatımda işe yaramıştır, ama yağmur kokusu ne kadar değerli bir şeymiş ben 13 yıldır biliyorum ve akasya kokusu... Sen her gelene bir yudum yağmur bir yudum akasya kok be blog. Hayat benden aldı, ama isterim herkese bol bol dağıtsın. Yine de çok şükür, diyorum ve buna da şükür.

İsterim herşey olsun ama bir elin parmaklarının hepsi bir mi, ha blog; değil elbet. Ama hayat güzel, biliyor musun, o kadar güzel ki... Bugün o taksi yolcu indirmeyecek olsa ve ben bu yazıyı yazamıyacak olsam da güzel. Hatta şu hayat bana ne verdiyse birbir alacaksa da güzel, dengesizliği güzel, yoksulluğu güzel. Yine ara ara geldi aklıma geçen sana ettiğim laf ; kaybedecek birşeyim yoksa benden zengini yok diye.. Yoksa onun bunun kaybedileceği endişesi, vereceği keyfin hepsini alıp götürmez mi, götürmeyecek olsa da güzel, hatta söylediğim yalanlara inanmak da güzel yada keşke doğru olsalar diye adak adayıp kendini kurban etmek bile... Boşver be blog, boşver.

Hatta her şeyi yanlış olan bu hayatı bile hak ediyor da olabilirim, ama doğrulara bakmak ve yalnızca doğru sen kalsan da, sana inanmak bile yeter.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

kokusunu alamayaklarımı dusunmustum de koku alamayacagımı hic dusunmemistim.. daha bir korktum simdi.
yagmurdan sonraki toprak kokusunun yerini gozyasları ile kan kokusunun aldıgı bu gunlerde koku almak mı almamak mı iyi kararsız kaldım..

saygı ve sevgilerimle..
e.y.

not:bundan sonra imza kullanacagım :)