6 Nisan 2009 Pazartesi

See you at the bitter end

Lyrics

since we're feeling so anesthetised
in our comfort zone
reminds me of the second time
that i followed you home

we're running out of allibies
from the second of may
reminds me of the summer time
on this winter's day

see you at the bitter end
see you at the bitter end

every step we take that's synchronised
every broken bone
reminds me of the second time
that i followed you home

you shower me with lullabies
as you're walking away
reminds me that it's killing time
on this fateful day

see you at the bitter end
see you at the bitter end
see you at the bitter end
see you at the bitter end

from the time we intercepted
feels more like suicide

see you at the bitter end

Çevirisi (amme hizmeti niyetine-translation)

hissiz hissedişimizden beri,
biz huzurlu bölgemizdeyiz
seni eve kadar takip ettiğim
ikinci buluşmamızı hatırlatıyor

mazeretlerimizi tüketiyoruz
mayısın 2sinden beri.
bu kış gününde,
yaz zamanını hatırlatıyor.

acı son'da görüşürüz.
acı son'da görüşürüz.

her uyumlu attığımız adım
birer kırılan kemik'ti.
seni eve kadar takip ettiğim
ikinci buluşmamızı hatırlatıyor

gittiğin gibi
beni ninnilere boğdun.
bu can alıcı günde,
bana cinayet zamanını hatırlatıyor.

acı son'da görüşürüz.
acı son'da görüşürüz.
acı son'da görüşürüz.
acı son'da görüşürüz.

yollarımız kesiştiğinden beri,
intihar ediyor gibi hissettiriyor...

acı son'da görüşürüz.

^^

Bu aralar baya şarkı çevirisi yaptım ve buraya çok yazdım, biliyorum. Nedeni var hemen hiddetlenme sayın blog, nedeni odur ki, bir aşkın insanı nasıl yoldan çıkartacağının ingilizcesini adam yazmış ve bunu müziklendirmiş. Daha ne olsun yahu. Hani illaki ben mi yazmalıyım, benim cümlelerim mi olmalı; hayır bilakis burda yazılmışı var...

Ha bu arada, habire Placebo deyi bir homo ve bi seksüel karışımı tercih ile çeldirici şıkkı seçmiş arkadaşların şarkılarını indiriyorum internetten. Yukarıdaki şarkı gibisini henüz bulamadım ama yeni bir Evanescence olmasa da, beni saracak bu avuntu bekler günlerimde. İtiraf etmeliyim ki, acıyı böyle intikam ile sunsalar da, dalga geçen şarkılara dolayısıyla icracılarına, hayran kalıyorum. İçini delip geçse de, sadece bitişte bir randevu veriyorsun sevgilin yada neyinse ona, naifçe çekip gidiyorsun. Biraz alaturka belki sevdiğini kolundan çekip, sen ya benimsin yada mezarkazıcılarının demek, ben de b şıkkı seçiyorum haliyle. Yoksa herşeyi zorla, her şeyi yap, sonra bayan ulaşılmaz bik bik etsin, yağma yok... Sevmek tek taraflı bir şey olamaz, aşksa aradığın, doğru seçenektesin ama sevgiyse biraz zaman alıyor ve sükut-u hayal de olabiliyor pekala. Bugün daha işyerinde bir arkadaşla bu durumu konuştuk diyebilirim. Ataerkillikten kaynaklanıyor bu aşk yada beğeni yaftalamaları. Aşkları sadece erkeğin yaratabildiği ve başrolünde hatunun oynadığı masallar yarattık yıllar boyunca. Fakat hayat bu değildi.

Bir yaz tatilinde komşumuzun yazlığına gitmiş ve orda bir kızla yakınlaşma yaşamıştım. Yaş daha genç haliyle; baya baya tutuluyordu insan. Sonra haliyle yaz tatilin o kesimde geçirilecek kadarı kadar sürmüştü ilişkimiz ve telefonlar ve adresler alınmıştı giderayak. Hatırladığım kadarıyla telefonla olmasa da mektupla sürüyordu aşkımız... Bazen okuldan dönüşte, yarım açık, kilidi bozuk posta kutusundan alıyordum mektubu ve eve gidip okuyordum. Her nasılsa, bir keresinde, biraz ara verelim mi, teklifi ile karşı karşıya kalmıştım. Nasıl üzüldüm, bir bilsen blog. Değecek miydi bilemiyorum ama öyle böyle değildi. Sonra bir arkadaşın elimden kızın adresini alması ve bu işi bana bırak demesi ile ben süreci 3. kişi olarak izlemeye koyulmuştum. Sonra arkadaş, onun bu teklifi ile mahvolan bir hayatım olduğunu ve bunca yaptığından sonra suratına tükürmeye bile değmeyeceğini yazdığını öğrenmiştim. Pek sürmeden, arkadaşın vaat ettiği olay gerçekleşmiş, kız habire mektup yollamaya ve özür dilemeye başlamıştı. Kaçan kovalanıyordu ama ben hala aynı saf'tım. Arkadaşın müdahelesi olmasa cevap yazıp bunlar yalan ben öyle kötü bir durumda değilim, içerikli sıvama mektubu yollayacaktım ama laf dinledim. Kız cevap bile yazmadığımı görünce mektupları sıklaştırmıştı. Hatta en son, ne olursun bari affetmedim de, ama senini duyayım diye yazmıştı. Ben de başladı bir savaş haliyle ve herşeyi apaçık yazan-derli toplu bir içerikle-bir mektup yazdım ve okul çantama attım. Bir gün okuldan dönerken onu postaneye verecektim ve yollayacaktım hasretle bekleyen ellere. Artık müşkülpesentlik mi, yoksa umursamazlık mı ne diyeyim bilmiyorum ama en son bir sahne hatırlıyorum o mektupla ilgili: Bir ateri salonunda biten bir oyun ve sonrasında sıcak bir günün dışarı doğru atılan bakışı. Elimi cebime atıyorum ve elime katlanmış mavi zarflı bir mektup geliyor. Bakıyorum önce, ve katlanmış yerlerinden dörte bölüp atari salonun çöpüne atıyorum. Kamera sağ omuzumdan bunları süzer ve detaylarını giderek yitirir şekilde yükseliyor ve Cast yazısı ve aşağıya akan isimler... Ve tabi müzik başlıyor:




Süperman'i canlandıran adam da bir yerden düşüp belini kırmış dolayısıyla sandelyeye mahkum olmuştu. Allah'tan öyle bir telafisi güç durumda değiliz, bahar yorgunluğu'dur geçer diyen içimdeki annemi dinleyeyim. Euidipus olmasa da, kompleksliyim-evet.

Hiç yorum yok: