Bir çocuk görmüştüm düşümde. Kızıp kızıp elimi sıkıyordu. Önümde koşturuyordu, hadi diyordu, daha hızlı koşturalım, yetişemeyeceğiz... Ben de o an sanki koşmaz tavırlardayım adeta, yorulmuşum, ciğerlerim ağzıma çıkmış yutağım engel oluyor... Sürüklemeye devam ediyor ama. Sürüklüyor ve bağırıyor...
Etrafta insanlar var, ama yüzleri yok. Yanımızdan sanki; biz varmışız yada yokmuşuz gibi geçiyorlar. Hızlı bir ırmağa aldırış etmeyen, büyük bir taş gibi, bizim yardığımız bir insan akıntısı etrafımızdan kopup gidiyor. Elim acıyor. Daha sıkı çekiştiriyor. Birşey diyecek oluyorum ama bir cümle bile kurmaya kadrim yok, nefes nefeseyim zaten. Ayrıca da ne anlatacağım bu yabancı çocuğa, hem çok sevimli hem de öyle bir istiyorki götürmeyi, nasıl kıyılır bu tatlı şeye? Hızla çekiştiriyor, sanki ellerimi söküp götürecek de, bileklerim engel. Merak da ediyorum nedir bu kadar bana ihtiyacı olduğu şey ve biz nereye gidiyoruz.
Hızlanıyoruz derken. Ağlamayı bırakıyor, daha hızlı yürüyor. Bir dükkandan içeri sokuyor beni. Tanımadığım bir yer ve içerisi boş. İnsan yüzleri var sadece, duvara asılı... Hem de yüzlerce. Sanki duvar can vermiş onlara gibi, bir anda konuşacak gibiler. Suskunlukları yada son raddeye gelmiş, kelam olup akacak sözcükler ağızlarından. Şaşkınlıkla hala dolanıyorken gözlerim, çocuk konuşmaya başlıyor. Dedikleri ise yaşından beklenmez şekilde, kulak kabartmaya bile gerek olmayan laflar, çünkü diyor ki;
- Bunlardan yüzlercesi var sokakta. Aldırış etsen de, bir duvar gibiler. Onları arama, bulacak canlı, benim gibi, seni buluyor zaten. Kimseye de kendinden ödün verme, ne kadar tatlı olmasına bakma. Ben son olayım, yoksa sen de, bu duvardan bir yüz olursun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder