elleri gibi. Olmadık yerde olmayan şekilde, uzanıveriyor ve ellere, yüzlere, kalplere dokunabiliyor... Sesimin yitip gittiğini, kimsesiz duvarların soğuk ve buz tutmaya nazır suratına çarpıp yüzüme iade edilmesine alışmışken, güneşi dağların ardına yollamışken ve benden habersiz ay'ı beklerken kapkaranlık gecede, bir kutup yıldızı çıkıabiliyor karşıma. Yolumu kaybetmişken ve belki ardımda düşmanlarım olan ve onların yuvama ulaşmasını istemeyen ve canı pahasına onları oyalayan bir anne tavşan gibi, yuva etrafında, canı pahasına, dolaşırken, bir başka yuva daha bulup bu sefer ben oraya sığındım belki.O ben'dim ve perdenin arkasındaydım, fısıltılarının yüzüme kattığı gülümsemeyi görmeni isterdim.
Aklıma küçükken babamın bana emanet ettiği mangalı yakmaya çalışırken ki, çoğu zaman nafile çabalarım düştü. Yine beceremedi diye kızacak diye 2 çırpıyı yakamayan bir acemilik ve arada yüzüne gülen şans ve onca çabayla bir kömür parçasını tutuşturmayı başarmak... Peder döndüğünde, yitirip önceki acemi masumluğunu, edindiğim mağrur ve vakur yüz hareketi. Ben zaten biliyordum veya ben bunu hep yapabilirim bakışı atıp aferin alan, bir saçma salak idare ediş'i giyinmek korkak masumluğumun üstüne, adeta...Bazen olmadık kişilere yardım ve yataklık ediyorsun, sayın blog. Seni; gıyabında duymaz ve konuşmaz bilirken mimarın, sen misafirlerinin belki görünmeyen bir mürekkep ile, yalnızlıklarını üstüne yazdıkları duvarlarınla, onlarla konuşuyorsun. Bir garip han odası olmuşsun belliki, oysa dizaynını her fasılada insanlardan, yine insanlığa kaçmak için yapmış yine aynı aceminin, hala ellerinde çimenton varken... Bir ekşi üzüm suyu olmuşsun ve de şaraplaşmaya yüz tutup, kangren olan yaralara boca edilir, bir yudumla acılardan bunalmış bünyeleri dezenfekte ediyor olmuş'sun. Sana, bana mangal emanet edip, salataları almak için 3. kata çıkan babam gibi davranıyorum diye korkuyorum, ancak bu sabah yüzünde senin acılarından başka, başkalarının acılarına da dokundum mağfireti var adeta...
Sen ne kadar benimsen, o kadar da herkesin'sin. Kendi içine siperler kazıp, kaçmayı içindeki anneliğe yediremeyen yüreklerin ellerinden tutmuşsun ve bambaşka insanların koynuna girmişsin. Oysa ben, kıskanç bir sevgili gibi davranmayacağım ve seni paylaşmayı bir erdem bilirim, pek sayın ve pek anonim sevgili; blog...
Uzun betimlemelere dalıp seni yormak da değil maksadım: Sadece seni kendinden bilenlere, bir sıcak ikram daha yapmak. Sen de erinme ne sunuyorum konuklarına diye, ekmek doğrayıp sunuyor olsam bile özsuyumu... Yudumlarken kadehlerinin kırmızılıklarını, duvarlarınla sıkıştırmadan daha da sarıl on(lar)a. Ama zamanında yalnızlığımızı ve ümitsizliğimizi çizdiğim keskin duvarlarınla değil, yeni zımparalanmış duvarınla; o en sıcak, en şefkatli... İkram için kestiğin elim kanar, sen bir el ver ağlayan gözlerini sil konuklarının, keza burası çaresizlik kapısı değil ve sen bir aldanış değil'sin.Hülasa budist rahipler haksız ve sen bir illüzyon değilsin. Çünkü ne kadar yalan gördüysem ben, ezip, seni damıttım. Ben ne kadar doğruysam sen o kadar yalansın veya ne kadar yalansam o kadar doğrusun, gerçekliği asimile olmuş bir yazarıyım bu kutsallığı meçhul kitabın. Unutma ki, seni sıcak ve barınılır yapan ben değil, sana gönül verenler'dir.
Al üzerime sardığın sıcağını ve diğer misafirlerine sun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder