28 Şubat 2009 Cumartesi

Tenzilatlı, iki film birden...

Nerden baksan yada kime sorsan 2 aşk önceydi, bana sorsan daha fazlaydı. Seni ilk gördüğümden beri etkilenmiştim. Ablanla aynı okuldaydık, benden 2 dönem üsttü. Memleket muhabbeti ile bağlamıştım onu kendime. Belki bilemiyordum; o ne düşünüyordu ama bu masum muhabbetimiz sırasında sen gelmiştin, nasıl bir tesadüfse bu. Havalıydın ama çok hoşuma gitmiştin. İçim cız etmişti adeta ve ben aşka susamış batmış gemiden kurtulan bir ıssız ada kaçkınıydım. Mıknatısın demire duyduğu kayıtsızlıkta mıydın, yoksa fiziği mi altüst ediyorduk bilmiyorum. Sırf sana biraz daha yaklaşabilmek için ve tabi yalnızlığın pençeleri ile ablanla kurdukça kurdum muhabbeti. Her nasılsa, senle karşılaşıp bir daha telefonunu almıştım. N'apsaydım da seni kendime biraz daha çekseydim, yolu yok'tu olsa bile o an kafam böyle şeylere basmazdı... Telefonunu ele geçirdiysem bir anahtardır diye, her kapıda denemeye başladım bunu.

Alakasız mesaj atıyordum, zaten ben karşında konuşma yetisine sahip olamıyordum ki, yazmak bile mucizeydi. Bir faaliyete davet ediyordum, gelirsin diye. Ama her seferinde bir işin çıkıyordu... Sabırsızlık o sıra en müzdarip olduğum ve belki bana çok kaybettirmiş bir huyum'du. Haddim olmayaraktan özlüyordum seni, hem de arsızca. Neyimdin ki ben seni böylesine hayatıma sokmuştum gıyabında, o zamanlar herşeyim karşılıksızdı, zinhar... Platonik yağmurlara tutulduyduk, üzerimizi örtenimiz olmamıştı, ben de şemsiye peşinde olmamıştım doğrusu. Her nasılsa ben artık sinirlenmeye başlıyordum yine haddim olmayaraktan. Yalnızdın bildiğim kadarıyla ve neden olmuyordu, amma da burnu büyük'tün ve tabii yine gıyabında. Yürek kolay unutmuyordu elbette ama bu tek celse mahkemelerin çok olduğunu hatırlıyorum içimde.

Derken başka bir kızla tanıştım. Hayatımın aşkıydı bu sefer. Uğraştırıyordu ama tünelin ucunda ışık vardı, belirmese de seçiliyordu. Uğraşırken bir ara beni fena payladığını hatırlıyorum ve benim yeniden, bu sefer O'nu yargıladığım meşhur tek celselik nahkemelerimden sonra, senle 525te karşılaşmıştık ama inerken fark ettik birbirimizi. Yurda kadar birlikte yürüdük. Bilemezdin ama çok yorgundum, beni tutsan çevirsen okyanuslarca ağlardım inan. Ama susuyordun, sanki yanımda bulunman mecburi bir istikametti ve ben tali bir yoldum. Ordan burdan kırık dökük laflar ederken artık tutamadım içimdeki yırtıcıyı ve alakasız yerden girdim konuya... Sordum birden:

- "Mutlu musun?"

Aslına bakarsın ben bir yol ayrımındaydım. Uğraşlardan uğraş beğenen bir talihsiz işçi gibiydim... Yüzüme bakıp yalpaladın.2 defa hızlı şekilde gözlerini kırpıştırıp:

-"Evet"

Ama cevabın ara karıştırıcı bir haldeydi. Yani bu soruyu beklemediğinden veriyordun böyle bir cevabı ama cevabının hayır olduğu çok açıktı. Bense, gıyabında haberin olmadan sana, kendini savunma hakkını veriyordum... Cevaben bir karar açıklamam lazımdı:

-"Tamam, o zaman."

Sen bunun aslında nasıl bir soru olduğunu asla bilmedin. Sonraları fark etmiş olman gerekir. Çünkü senle hayatımın aşkını tanıştırmıştım 1 ay sonra...

Hiç yorum yok: