Hiç unutmam üniversite hazırlıkta çektiğim yalnızlığı ve içine düştüğüm ruhi sıkıntıları... İnsan girdiği ortamın kurallarına uyarmış ya, ben inat ettim uyamamaya çalıştım. Bir benzetmeye 2 defa yer vermeyi sevmem ancak cuk oturacak bu nedenle istisna olsun, hani bir otobüs düşünelim ve onun hareketine zıt yönde koşmaya çalışan bir yolcu.. En başarılısı yerinde sayan olurdu mutlaka ve ben saymıştım. Ne İzmir'i sevebilmiş ne de memleketime hissetmediğim aitliğim ve ordaki yalnızlığım ile hepten, serseri bir mayın gibi olmuştum. Hazırlıkta öğleden önce biten derslerden sonra yine içinde bulunduğum güruhun tersine, ben yurda gidiyor ve yatıyordum. Acı veriyordu bir zaman sonra, aldırmak da mümkün olmuyordu çünkü harekete geçme emrini verecek mekanizma olan beyin, yerli yerinde değildi. Liseden tanıdığım bir kız arkadaşımla yarım bırakılan birşeyleri tamamlamak istemiştik, ancak onu da benim bu sıkıntılarım yüzünden daha da yarıladık, bıraktık. O arkadaşla geçen yıl yüzyüze gelsek de, selam verme cesaretine bile sahip olamadım, düşün artık blog... Kızın hiçbir günahı yoktu, ama kaçmak tamir etmekten daha yeğlenir bir seçenek'ti ve hala öyle. Ne diyecektim, ee kusura bakma arkadaşlığa devam edelim bikbik... Hakkaten, olaylar o noktaya gelmeden sonlanmalı. Ayrılınıyorsa da insanca olmalı. Sonrasında tedavi edilemiyor, yarayı irin sarıyor....
Ahmet Kaya dolu bir yıl olmuştu ve o günlerin mirası hala ben de O. Bir Veda Havası ile başlayan ilişkimiz Kendine İyi Bak ile O'nun için bitmişti, ah be Ahmet Abi... Vatansever bir hayırsızım zaten, anarşist güdülerimi zembereğinden oynatıyorsun şu an. Sana yapılan ne varsa, üzülen ne varsa bende, isyanı okşuyor. İçimdeki deniz senle kabarıyor ve sen Paris'te ölürken, bir Ahmet de içimde doğdu sanki. Özlemin sonu da yok en çok küsersin ve daha sonra bundan utanırsın, sanki utanmak çok kutsal bir duyguymuş gibi.. Hani diyorsun ya,
-Olmasaydı sonumuz böyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder