2 Şubat 2009 Pazartesi

Büyük İnsanlık

Tanınmak ne kadar zor bir şey biliyor musun? Hele ki kendini yavaş yavaş keşfederken. Ne kadar şöyleyim derken yok be yahu ben böyleyim diyor insan, tanıma ve tanınma evresi ile geçiyor hayatı. Hani radyoda dinlediğin kişilerin seslerine bir yüz bir vücut oturtursun ve onlardan ve gerçeklerden bağımsız bir karakter yaratırsın, sen de öylesin... Evet sana diyorum, sen. Perdenin arkasına gizlenip, aslında bir perde de gözlerine çekip kendinden gizlenen insan, yani sen. Baktığında ben de öyleyim. Hepimiz bir sırrın, birbirimizden saklı taşıyıcılarıyız sanki ve bu sır aynı bir tarikat gibi, kuralları var ve orda olmak için o kurallara mot-a-mot uymalısın. Esnemek yok, sadece dik durmak yada kırılmak... İnsanlık böyle bir şey... Tepkilerin sessiz, sevgilerin öksüz, öfkelerin bağımsız, gizemler uçsuz bucaksız, dolayısıyla kimliksiziz. Öyle patronlar var ki, dikerken giysilerimizi kendine göre dizayn ediyor. O giysiler ile yaşıyoruz, birbiriyle yarıştırıp yatıştırıyoruz isyana damlayan tepkilerimizi... Sorarsan medeniyiz. Bizi biz yapan anlaşabilmek, ne de olsa. Halbuki anlaşılamamak ne büyük bir sorun ki, hala savaşıyoruz ve yargılarımız gerçeklerimiz oluveriyor. Sanal İstiklal Mahkemeleri kuruyoruz sanki ve içimizdeki devrim yargıçlarımız asıyor kesiyor... Yargılanmalardan kaçıyoruz, dibini karartan mumlarız, kıymeti kendinden menkul. Farkındalık oranımızı her geçen gün yontarak, sanılarımızı kaygılarımıza katıyoruz.

Acaba nasılım diye kaç defa baktın aynaya ve kaç defa acımadın kendine? Ezikliğini öfkelerine bürüyüp, aynadaki aksini takdis etmedin her seferinde, değil mi? Dünyanın en güzeli sen oldun sonunda. Yargılarını 13 yaşından sonra kaybetmiştin zaten, aşamadığına dair kaygıların karşılıksız ve 13 yaşından beri arkası yazılıyor, dertlenme... Dayak atsam da uslanmazsın, kızgınlıkla redd-i hakim'e sarılırsın ve bu aymazlığına kılıf aramadan"beni anlamıyorlar" dersin; "neden" diye de sorarsın arlanmadan... Hadi kırmızıları al ve sat zamana. Utanmak gereksiz. Zararsız utanmaların aslında, ne de olsa yanan tütün zehirler insanı; ne onu saran kağıt, ne de izmarit her gün öpülen...

Biri daha seni anladı değil mi?Egona sormadan ... bile gitmiyordun, şimdi o da suskun... Hadi kendin seç şimdi, hangi kostüm ve maske seni gizler. Korkman da zararsız zaten, köpekler korkaklara saldırır sadece, otursan koklar, sıkılır bir müddet sonra ve kaçarlar... Bu uyku öyle tatlı ki, uyanabilmen tatlının son yudumu gibi, ama ardından içeceğin su değil-yine onun şerbeti. Kaçmaya alıştırdığın yargıların, tatlıya alışkın şeker hastası bünyen, acıları cıs bilip ters çevirir en çok kendini.

İlk taşı, en günahsız olan atsın bana... Öyle başla, söylediklerime tepkine... Hadi al o taşı ve kondur ağzımın en ortasına. En günahsız sen değil misin?... Sarıl egona üşüme, yeni uyandın henüz. Gerçekler acıtır, üşütür. Hadi.

NOT: Kendimi düşünerek yazdım. Aslında her insanın içinde olan bir hayalet bu...

Hiç yorum yok: