25 Şubat 2009 Çarşamba

Bir aşkın anatomisi



Lisedeydim. Aşkın ayak izini yeni yeni tanıyordum üstümde. Sevmeyi biliyordum ama sevilme konusunda en ufak fikrim yoktu... Yeni atlattığım bir travma sonrası hayata tutunma çabalarındaydım öte yandan. Hayatı sorguluyordum, sevmeye yapıyordum hesapları fakat herşey olduğundan daha kaygandı. İsyankar tavırlarla hayata meydan okur olmuştum. Yalnızlık beni sanki bir tahtaya kazıyordu ve ben o kalıba dökülüp, bir daha başlıyordum yaşama. Bir ben gitmişti bir başka ben gelmişti yerime. Uykusuzluğu tatmaya başlamıştım. Dualar bile önemini yitirmişti, kıblesini şaşırmış bir kutsal kitaptım zaten, rüzgara açık bir kuru yaprak ve onun kaderi uçmak'tı hayatım...

Öyle başlamıştım. Yazın telefonla konuşuyorduk, boş hayatın doldurmaya çalıştığım tek içi boş doluluk'tu O. Sevdiğimi tanımlıyordum yavaştan, ama ya O?.. O seviyor muydu, yoksa her erkeğin düştüğü ama sen benim arkadaşımsın yaşayan ölülüğüne mi tutulmuştum onun zihninde? Aşk ne tarafa düşerdi acaba ve ben onun sadece arkadaşı mıydım veyahut bir ümit de olsa yüzülür müydü bendeki yalnızlık denizinden O'na... Bilemiyordum ama umuyordum sadece umut sadece... Bazen kabullenmek de kolay olmuyordu bunu, çünkü ben o eski ben değildim. Hayatın değersizliği ve sadece cisimler vardı ve bu atlasta ölçek ne kadar büyürse büyüsün elle tutulmayan hiç birşey görülmüyordu. Yaz bitti sonrası.

Heyecanlıydım. İlk günüydü okulun ve aynı sıradaydık. Bakamıyordum yüzüne bile. O kadar kurup kurcaladığım insanın karşısındaydım, isyankar tavırlarını saçlarına yansıtmış 3 numara bir yabancıydım adeta.. Günler; haftalara, haftalar aylara döküldü. Sonrası başkasını sevdiğini anlayan ve bunu kabullenen bedbaht aşık rollerini giymiştim. Arkadaşı'ydım ya, benle paylaşıyordu kalbini, bana acı verdiğinden habersiz. Ben de zıddına oscara aday bir aktör gibiydim, arkadaş rolünü iyi oynuyordum. Tabi aşktan bahsederken bana geldiğinde soruları, çeviriyordum lafı başka istikamete. Bir zaman sonra martavallar yavan gelmeye başladı bana. Çünkü kendi yarattığım bu dünya bana küçük geliyordu, 2 yıl olmuş ve benim adını yeni koyduğum aşkımın üzerine orta 2 elbisesi fazlasıyla dar geliyordu... Bir gün geçiştirirken lafı dilime kalbim hakim oluvermiş, ben de birini seviyorum senin gibi diyivermiştim. Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil, demiş ya şair, ben o tenhada buluverdim kendimi. O da seviyordu karşılıksızca birini ve ben onun sevdiğini tanıyordum-benim bir arkadaşımdı. Aylardır içim içimi yiyordu bu gönüllü yazıldığım işkencede. Ne diyecektim ki, hiç bir şey beni kurtaramazdı artık. Eveleyip gevelerken ağzımdan aldı lafı:

-sen beni mi seviyorsun?

Cevabım olmadı olamadı... Anlaşıldı herşey. Şimdi ki rolüm uzaktan seven, sessiz aşık olmuştu. Derste gizli izleyen bir tesirsiz yerine bilerek izleyen tesirsiz olmuştum... Bir gün böyle izlerken
O'nu derste, civarında oturan arkadaşa bir pusula yazıp yolladım. Pusula da şu yazıyordu:
Arkadaşım okudu. Bana bir kaş göz yaptı, anlayamadan kızın eline tutuşturdu kağıdı. 2 saniyelik benden uzak gördüğüm ve materyalistin cehennemi başlıyordu. 1 yıl yaşlandım belki o 2 saniyede. Okudu ve döndü; bana baktı. Ne tavır takınacağımı bilemedim. Dersin sonuna geliyorduk ve ben tabii ki bu kötü durumdan nasıl kurtulacağımın planını yapıyordum harıl harıl. Zil .aldı ve bir ok gibi yerinde kalkıp yanıma geldi... Adımlarını atarken ben çiğniyormuş gibiydi ve ben ne diyeceğini ne yapacağını kestiremiyordum. Bir tokat bile olabilirdi çünkü bu biraz da hiciv barındıran bir yazıydı... Sokuldu ve sarıldı:

-Sen beni mi seviyordun, canım yaaa...

Onu belki son defa sardım, sahibi olarak hissederek kendimi... Başkasını seven bir kalbe, ben giremezdim... Bir kere daha asla öyle olamadık. 5 yıl sürdü aşkım ve en son barıştım sevgisiyle.

Hiç yorum yok: