15 Aralık 2008 Pazartesi

Bir kediye emanet

Tüylerine dolanarak ellerim, parmaklarımı yitrmeye meyilli. Tırmalamalarından ha şimdi ha biraz sonra kanayacak bileğimi sürterek çapkın gıgısına, tırnaklarıma usulca sevmek. Kulaklarının arasındaki platoda dinlendirip avcumun ayasını, sırtına derin bir dalışla kuyruğuna değin kaymak. Kuyruğunda dinlenip parmaklarıma dolamak ve kucaklamak. Dizime yatırıp sakinleştirmek...

Dişlerimi fırçalamaya giderken o halde koymak onu yeni ısınmış yatakta. Çok uzun beklemeden, dönünce odama aynı vaziyette bulup sarınarak dalmak yatağa. Kapıyı açık koymak üşümek pahasına, taki doysun içindeki sokağa kaçmaya meyilli yabani içgüdüleri. Doyunca onu bekliyor olmaya adanmış bir uyku ile bunun sadece ona ait bir özgürlük olduğunu bilmek. Rahatlamak.

Oysa senle hiç öyle olamamak. Ne gel diyebilmek ne de gözünün içine bana gel diye sana akan bahar coşgunu baharıma aç nehirde serinletmek kendimi. Bir kedi kadar sevemedim seni, sen de bir kedi kadar olamadın. Parçalı bulutlu sevdalarla yamalı hayatlarımızı gıpgıcır yalanlarımızda dinlendirip, ucuz roman benzeri hikayemize bağlayıp dizginlerimizi, acıyla tımarlamak.

Kurtarsan içimde sen diye beni kemiren fareden, ciğerimi sana emanet etsem. Razıyım nankör iştahına. Keşke...

Hiç yorum yok: