yağmurlu... nasıl yağar, nasıl ağlamalı... işte susmak budur, işte kalmak budur; bir başına. her türlü derdin, kimsesiz onlar da senin gibi, senden ama sende olmayan; sana giden yeniden fakat. yağmur bastırıverir seni böğrüne, damlalarından içmek, içerken de aralarında gezinmek istersin; değmeden, kirletmeden hiç bir yaşı... ne çare, yok yolu, hayal de böyle basit bir umudun peşi sıra kuyruk ve sen de bir umudun ardında en çok; bir başına buyruk, külhanbeyi... anlata'
mamak böyle bir
cezaevi işte, geniş avlulu, ama o kadar daha sıkar kişiyi, anlatamadıkça daha da gömülmek zaruri, yaşamak böyle ayakların toprak sürerken; ama tek senin izlerin; tek açığa çıkan ve yeniden göm

düğün gizlerin. bumerang söylenenler, kavisli ve bol köşegenli, daha yakar. geçici oysa, şimdi bir şarkı daha unutmak için, bir kadeh daha yasak, bir şişe daha herşeye rağmen yaşamak, ölüme ve de, bir adım daha koşmak. kurtuluş mu dersin, bu yağmurun dinmesi, yoksa yaz diye şiddetlenir mi bu saman alevi iyimserliğim, birden kaçar gider mi bir kaç sevda borçlu olduğum, saçlarımda ellerinin dolaşmasına ramak kala, yine aynı sevgili; ama künyesi farklı, sadece gidişi belli... nerde tatminlerim, yerlerde akarken sokak boyu, satır arası mazgallarda kaybolurken afeti taşkını, tek kişilik yağan ne varsa, yine tek kişilik ıslatır sokaklarını, tek kişilik üzülürsün bu yağmura, tek kişilik tedbil-i mekanın; dört duvar ve dışarısı
ceteris paribus bu yalnız-ı duruma, tek kişilik bir boya her ne ise, üstlerindeki kıyafetin rengi; yalnızlık siyahı ve dolu matemi ve ben bilirim ki, çok severim siyahı...
ve yağmur dindi, rahatız şimdi. yine zaman bayır aşağı, 7 renk ve nemli azot kokusu ve gözlerimde gökkuşağı...
Not: Dengesizlik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder