1 Temmuz 2010 Perşembe

gün

bugün iş yerinde yaşadığım bir tartışma ve yediğim laflar ile, kendimi birden dışarı attım. o an sanki sigara içen bir zaman hırsızı gibi, sıcak havadan beni soğutmasını diliyordum, alıp götürmesini diledim o an sanki beni. sakinleşememiş olmalıyım ki, hemen ilerideki şehirler arası yolda duraklamış bir arabanın içinden çıkan bir adamın elindeki torbaya gözüm ilişti. boş bakıyordum da, ilginçti, dikkat kesildim bu yüzden. hakeza trafik deli gibi akarken, bir araba ve kenara çekmiş, yetmemiş adamın biri çıkmış elinde bir torba tutuyordu. her neyse, adam arabanın yanından süzüldü ve ön tarafının önüne bıraktı torbayı.

hayat böyle bir şey. öyle akıyor ki zaman, sana bana ona ve bizim dışımızdaki herkese değiyor, aynı yağmurda hepimiz ıslanıyoruz; ama ayrı damlalarla, fakat aynısı. alakasız boylamları var bu yuvarlak meskenin ve meseleye neresinden bakarsan aslında orda değilsin ve mevcut yerini boşaltıyorsun. tedbil-i mekandasın bir yandan, telaşlı bir taşınanın tecrübesi sonrası gamsızlığı çökmüş üzerine ve bu çingene yolculuğa hayat deniyor. içeriği bol taşınma, bol yer bol tecrübe ama bomboş bir çöl, senin tarafından görülünce, bir vaha umuduyla yürümüş gibisin sadece. bu toprak, bu gök ve misafirsin, bulutlardan daha hızlısın da, ya onlar duruyorsa yı hiç düşünmüyorsun, gidene hayıflanıyorsun sadece. kim durdu ki yerinde, şimdi bu giden yada bitmişe matem, biraz geç değil mi her halükarda?...

torbayı yere bırakmasıyla anladım gerçeği. bir kedi yavrusu, artık bir iğrenilen et parçası olmuştu.

Hiç yorum yok: