14 Mayıs 2009 Perşembe

Yığınların arasındaki tozlu yaprak

Eskiden habire aldırırlardı ya hocalar, harita metod defteri diye bir icadı, aklıma deyip durur, neden haritadır, neden metodtur diye. Sanki bunu Macellan icat etmiş, çizdiklerini Kristof Kolomb'a verip beğendin mi çizdiklerimi demiş de, bu zottirik anektodtan duygulanan atalarımız, bunu bu isimle şereflendirip biz torunlarına gereksiz bir ayrıntı daha katmışlar, gibi.. Halbuki büyük defter benim gibi gereksiz işlerin evlası türden gudiklere, tam bir baştan çıkartıcıdır. Ders dinlemez bir şeyler karalardım, olmadı çizdiğimi beğenmez, yırtar atardım, veyahut şiir yazar hiç vermemek üzere defter ile bir dahaki randevum sırasında(yazar burda sınav öncesi akşam ders çalışmaya debelenme evresinine parmak basıyor, Çevirmen Notu), sanki ilhamıma bunu okutacak cesaret varmış gibi bir daha düzeltip vakit kaybına mazhar olurdum. Hangi defterimi bulsam, hepsinde bu tür gariban edebiyatlarının bolluğuyla müşerref olurum, utançla mizaha kaçan bir kızgınlıkla söylenirim halen. Hatta geçen Kpds'ye olur da çalışırız diye, Bursa'ya getirdiğim kitaplarda da rastlamıştım bir kaçına ve bu vesileyle; benim neden herşeyi yüzeysel bilen ve zeki ama çalışkan olamayan biri olduğumu anladım. Kardeşim, derste ders dinleyeceksin. Yok öyle, lölö yapmak... Karikatür bile çizerdim ya, hatta hocaların resimleri bile vardı ama üretkenlikten terk bir yeteneği nereler koysam küçük geliyor, be blog... Herşeye atlayıp, ben bilirim diye bikbikleyen bendeniz, aslında herşeye yarımyamalaklığından başka birşey katamayan kofti biridir. En iyi bildiğimi bile ithal etmeyi pek severim. Tam sopalığım aslında.

Her neyse, galiba ve kesinkes ben sınavda değil de, sonuçların ertesi doldurulan tercih kağıdında kaydırma yapmışım sanırsam ve yüzde yüz. Halbuki insan istiyor ki, eğitim hayatı böyle farklı kişilik özelliklerini geliştirdiğin şeylerle dolsun, ne bileyim mesela iyi bir mühendis ol ama aynı zamanda iyi bir nakış ustası ol, ebru sanatıyla ilgilen yada ney çal... Bana eğitim sistemimizin kattığı tek şey flütün aslında bir sopa malzemesi de olabileceğini öğrenmek olmuştur bu açıdan. Manyak yetenek dersi(beden, müzik, resim; Ç.N.) hocalarının ellerinden başka bir şey çıkmazdı zaten. Arkadaş herkes flütün bir enstrüman olduğunun farkında değil ki, neden bunu notlandırırsınız? Yada resim kabiliyetim yok olabilir ama resimden anlarım demek de bir not göstergesi de olabilir pekala... Ben şuan ne çiziyorsam, çoğunluğu mizah dergilerinden ve can sıkıntısının zaman doldurmak için yapılmış yan etkilerindendir, bana o dersler en çok acı çektirmiştir... Zaten resim derslerinden belki tek 5'i, bir kere komşumuza yaptırdığım 10 numeroluk bir sulu boya resim ile almıştım. Neyse bunlar derin olsa da, belki sanattan nasibimizi alamamıza neden olmuş hadiseler, daha da hiddetlenip moralim bozulmasın...

Lisede aşklar da başkaydı ama arkadaş yahu. Ne temiz sevgiler beslerdik, sevdiğimiz kız başkaydı, şehvetimizi söndürme aşkıyla yazıldığımız kızlar başkaydı... Doğrusu benim eğitim hayatım; ders, kitap ve lacivert kruvaze ceket arasında geçmiştir, lisedeki kızlar sadece hatırlayınca yalnızlığımıza fener yaptığımız kibrit kıvılcımlarıydı, aşk hayatımız ya karşılıksızdı, ya da dişin arasına girip çıkartamadığımız ve ifrit olduğumuz yeşil erik artığı(Yazar şuan erik yemektedir, Ç.N.) idi. Lisenin karşılıklı aşk maceralarına konu olabilecek bir mecra olduğunu üniversitedeyken fark etmiş ve Eşek kulaklı Midas'ın bilmem kaçıncı göbekten torunu olan bendeniz, halen daha boşa geçirdiği zamanlarına ah-u vah etmektedir. Sevgililik bozması bir ilişkide tuttuğum ilk kız eli lise 1'deydi ve o an tensel açıdan zor dakikalarda olduğumu itiraf edeyim, utancın boyutlarını artık sen hesap et, blog.

Sınıfımızdaki kızlar hep güzeldir ve o çağlardaki kızlar kendinden büyük ve haliyle cüsse olarak gelişmiş ve de daha olgun olmalarından sınıfımızdan yararlanamazdık, anasını satıyım. He bir de, sınıf arkadaşın ya, bacın ya, nasıl yüzüne bakacakmışsın ya, ulan bu tür salak öngerizekalılıklar hep bana olurmuş gibi, canım nasıl yanar durur düşününce hep böyle... Elin oğlu alır götürür sınıfımızın sulan(a)madığımız kızını, bize yine nasırlı ellerle el sallamak düşer ardından... Daha bitmedi; alt devrelere de sulanmak olmazdı hakeza bu fıstıkçılığa girerdi, hey Allah'ım, sanki yenilmek için maça çıkan ve gol atmak gibi salak bir alışkanlığı olan gerzek takımlar gibydim. Ne İsa'ya ne Musa'ya, bize yine esmer günler düşerdi eyvah; ki ne eyvah... O bakımdan, bizim aşk muhabbetimiz platonik ve edepsiz dergilere ifrazat sonrası atılan utanç dolu bakışlardan ibaretti o çağlarda. Hatta bir kere, sınıfın erkekleri birleşip okuldaki herkesten 10ar bin lira(Şuanki 10 kuruşa denk geliyor, Ç.N.) toplayıp sınıfa, o zamanki otogardan(yazarın doğduğu kasaba bozması kentte o sıralar başka yerde bu tür şeyler satılmıyordu, Ç.N.) 3 dergi aldıydık. Olayın başında gene ben vardım hatta çizelge bile yapmıştık, sırayla bakılacaktı, ama hiç 2. dalgaya yansımadı bu süreç, dalgaların arasında kaybolup gitti o ortaokul 3 çocuklarının tek boyutlu aşkları...

Bilmiyorum bu tür eksiklikler, bir gün bana kötü patlayacak gibi geliyor. Hiç bir zaman kıramadığım ama zevzeklikle örtmeye çalıştığım utangaçlığım hep bundan. Hep geveze ve muhabbet üreteci görülen bu adam, belki sadece eksik hissettiği bu yanlarını bol laf kalabalığı ile geçiştirmeye çalışan utangaç bir aptaldır, kimbilir... Üniversitede ele ele gördüğüm ve benim o zamanlar üniversiteli olmamdan ama aksine bu olanları bir ilkokul talebesi gibi izlediğim, lise aşıklarının acısı bir gün benden çıkar diye korkar dururum. Ha bakarsan bu tür adamlar var ya toplumda; hani lise önlerinden genç ergenleri tavlamaya çalışan angutlar... Bakarsan onların eksikliği de hep bu olabilir. Aman neyse, lanet sapıkları da savunma çabasında oldum ya, benden iyi avukat olmazmış be blog. Herhalde işleri yüzünden kazandıkları paraları harcarken iğrenen yegane mesleklerdendir avukatlar ve fahişeler... Ekmek parası diyelim bırakalım böyle derin mevzuları.

Haftasonu İzmir'de olacağım kısmetse. Biraz aşkın memleketine yol almalıyım, hayatım artık düzenlenmeli ve her büyük koşu bir adımla başlar. Hayırlısı ve kısmet. Okuyan gözlerin bebeklerinden öpmek niyetiyle, eyvallah.

Hiç yorum yok: