1 Aralık 2008 Pazartesi

Şehr-i İstanbul

Sonunda yoğun istek ile dileğimi yerine getirdim ve İstanbul'a, yani Konstantin'e yani, Ein stein polin'e yani Dersaadet'e yani bu ülkenin en güzel şehrine bir haftasonluğuna çıkartma yaptım. Ayrıntılar mı ahanda ayrıntılar:

-Cuma: 20:30 seferini yapan Nilüfer otobüsüne yetişecektim ancak erken çıkmıştım dolayısı ile, kalıbı dinlendirerek iş yapmak işime geldi. Yemek ve toparlanmak derken 1 saat kala evden çıktım, ancak bu sefer kitapları unutmadan, çünkü Sineklerin Tanrısı, tanrı olalı benim ona yaptığım anlamsız grevden çektiğini hiç birşeyden çekmemiştir. Sürüncemede kalıp 5 aydır okunamadı tarafımdan zavallı ama elimden çekene çektirmek istemediğimden bu hasretliği ve kitabı bitirmeliydim... Bu durma son vermek için 2 kitapla koyuldum yola. Bu sefer arkadaşlarıma, kestane şekeri götürecektim ancak iş yerinde denk geldiğim bir markadan götürecektim aklımca. Ama unuttum tabi ve maalesef ünlü ve pahalı muadilinden alıp götürdüm İstanbul'a.. Araba atladığım gibi diğer kitap olan Çetin Altan'ın Küçük Bahçe'sine gezmeye daldım. Zaten okumuştum ama olsun'u yine de okuncak bir baş yapıttı ve halen öyle. Topçularda arabadan indim ve yanıma oturan arkadaşla konuşmaya daldım. Baya tatlı bir muhabbet edip bir çay içtik. Keyif aldım İzmit körfezine basarak geçtiğimiz o soğuk yolculuktan. Çaylar boğazımdan yuvarlanırken üşümeme engel olmamaktan şikayetçidir kim bilir, ancak ben üşümeye razıydım. 11.15 sularında dolaşırken vardık Kartal'a. Arkadaşımla anlaştığım üzere, ki adı Ahmet olur onun, Göztepe Köprüsü'nün yamacında indim ve birlikte evlerine gittik. Saati 00:00 yapmışız derken "hadi baba, Türke durmak yaraşmaz" gazıyla verdik yeniden ayakları. Karşı tarafta Taksimin bir sokağı olan Nevizade'de bira aromalı muhabbete varmıştık saat 1:00 civarlarında nazlanıyordu hala. İçki muhabbeti gerçekten seçkin olan kardeşimle bol keyifli bir muhabbete daldık. 2 tane 50lilik sonrası zum olmasam da, uçmaya hazır pilot kıvamına gelmiştim. Zaten yorgunsun ne alaka canım kardeşim diyen iç sesimi titreşime aldım o konuştukça soğuğa muhalefet ile hareketleniyordum, olsun'du ve üşümekten ölünmez'di. Eve saat 4 civarı vardık sanırsam ve uyku sayılan bir sızıntı ile derin koma vaziyette uyumuşum.

-Cumartesi: Kardeşim Ahmet'in pek insan içine çıkmayı sevmeyen hali iktidardaydı gene. Abi sen buluş benim işim var diye kıvırdı hakeza. Aslında vardı da istese pek ala gelirdi benle kızlarla buluşmaya. O'nun sebebi onda kalsın ben ayrıntılara kıvırılayayım yeniden, 15:30da Taksim Cumhuriyet Anıtı ile sözleşmiştim sanki, çünkü buluşmaya bir o gelmişti. Kalabalık vardı, evet ama benim buluşacağım kızlar yoktu arasında. Aradım ve 45 dakika sonrasına söz almama rağmen 1.5 saat sürdü 2 insan kelamı etmek.. Neyse geldiler ve girdik entel bir lokanta-cafe tarzı bir yere. Geç ettiğim kahvaltı dolayısı ile 3 arkadaşıma portakal suyu ile eşlik etti bu deli gönül. Fazla uzatmadan, bir barda aldık soluğu. Çık çık bitmeyen bir terasa sahip bir bardı burası, imamın burda ne işi vardı ve burası ezan okunacak yer değildi ama imamlığı kıvırmanın ne kadar zor olduğunu anladım. Minarelere asansör yapmak lazım diye not aldım bir yere ve içkilere ayırdık saatleri. Vodka Vişne ile dans etti bademciklerim ve masadaki arkadaşlarımı da işgal eden bu güzel içki ile geceyi bitirdik. Bir arkadaşım en çok içen ben olacağım havası ile "Murat bitandaa sölesene şundan" diye söyledi durdu bana. Ben de dayanamadım söyledim durdum. Tatlı içkidir vesselam, içirir içirtir... 4 olan nüfusumuz başka bir bayan arkadaşın icabeti ile 5 oldu. 107 yetele günahı varmış, 2 bayan arkadaş at yükü ile ödedi ben erken davranamadım, alkol var kafada tabiy, zinhar... Yazdım tabi bunu da kenara. Ordan çıktık alkolün bastırılması gerektiği tecrübemle, grubu kokoreççiye yölendirdim. Her zamanki yaptım Gara Muratlığımı ve yedirdim gençlere ne istedilerse, azıcık ayıldılar haliyle. Ama anlamadılar tabi müessese ikramı sandılar ama ben kaşla göz arası hesabı evlat edinmiştim. O sırada kardeşim Ahmeti çağırma faslı ile uğraşıyordum bir yandan. O da köprü trafiğine kapılmış saatleri öldürüyordu. Hem bu sarhoş olmuş kızları evlerine bırakacaktık hem de kalan geceyi kardeşimle sızıntıya kadar içecektik aklımca. Ama gelemiyordu trafik büyük sorundu orası İstanbul'du. Kızları biraz ayılabilmeleri ve onların da genel kamuoyu baskısı ile cafenin birine soktum bu seferde. Koyu kahveler ile ayılma katsayıları cilalanacaktı... Kahveleri getirirken garson kardeş, benim şarj bitti ve arkadaşın telinden ulaştım Jakobo'ya az kalmıştı geliyordu o da; cevaben... Az dayan birlikte gelelim dedim çünkü o gecenin bel altı olsa da en şahane espirisiydi ve kardeşim hangi kafede olduğumuzu anlatabilecek kafa ile muhatap değildi malesef: evet itiraf etmeli ki, sarhoşluğa yakındım. Ziraatin Beyoğlu şubesinin önünde buldum onu ve cafeye geri götürecektim derken cafeyi ıskalamışız. Olm nereye gidiyoruzz sen bu kadar zamanda yanıma gelemezdin diye uyandırmasa, Mekteb-i Sultani'ye kadar gidecektik. Geri döndük, bulduk cafeyi. Tabiy kızlara demedim rezillik diz boyuydu hakeza... Ve Sahnelerin yeni bombası Fantaazi müzikte ortanca Ehmeaat demeden kendi daldı zaten aralarına Naber yau nasılsınız hesabı. Sonra kalkmak gerekti hakeza saat 12ye varıyordu nerdeyse ve bu kızlar eve gitmeliydi. Hesap ihalesini hala bardaki kuyruk acımla yine ben aldım.. İstiklale rücu edip taksim anıtına doğru yürüdük yeniden. Hayatımın ısrarlarından birini yapıp eve götürmek için tepindim durdum ama anlamadılar. Yok orası ters, yok siz takılın ne gerek var diye bir inat ettiler ve Hz. Ademin cennetten kovuluşu ritüelini bendenize yaşatacaklardı nerdeyse, ancak sakinledim frenledim kendimi. Sayın blog insanlara kendineden birşeyler verip anlaşılamamak çok kötü bişey. Ha diyceksin bak dalgana boşver diye, ama naparsın insanız... Neyse istekleri yerine getirdik onları minibüse yolculadık kardeşimle. Koparken somurttum özellikle ama kafam yüksekti. Neyse boşverelim. Gecenin kalnında Tylol hot denen gavur icadı ilacı ve antibiyotikleri içmiş kardeşime içki ısrarı gereksizdi. Evet rakı içenler gibi su içenler de ölüyordu ama nayır'dı nolamaz'dı, kardeşimizin sağlığı önemliydi... Yeni aldığı ve bir trafik canavarına dönüşmeden, atladık arabasına ve gezdik yurumun gayr-ı meşru başkentini... Eve döndük tabiy ve uykuya daldık sayılır. En azından benim için öyle değildi çünkü üst komşuları fazlasıyla kaşınır vaziyette gitar çalıyordu gece vakti. La havle vela kuvveete çektim ve frenledim kendimi yeniden... Susmuş olmalılar ki uyumuşum.

-Pazar: Kardeşimle başbaşa bir gezi daha yapmaya karar verdik ve günlük güneşlikti hava. Tarihi yarımadaya intikal ettik. Fakat şu çok melem bi haltmış gibi piyasaya çıkmış şu Müzekart olayı bize mani oldu. Dün gece bonkör olan bendenizin parası bitmişti ve kardeşim de benden farksızdı sanırsam. Küfürü bastık ve yollara verdik kendimizi.. O günle ilgili bir sürü video çektik. Boğazı kesip geçtik çünkü ve dar sokaklarını arşınladık tarihi yarım adanın. Bir sürü geyik malzemesi de var oldu elbet. Onları bi güzel hazırlamak gerekecek ve huzurlarınıza burdan çıkaracağımı bilir ve 9 otobüsü ile Bursa'ya döndüğümü bildirir, Ata'ma saygılarımı sunarım...

Varlığım Türk varlığına armağan olsun, jelatinsiz... Sevmem çok cızırtı yapıyor, affedin.

Hiç yorum yok: