15 Şubat 2010 Pazartesi

muhabbet bağı nerde lan?...

söylenilmeyince sanki en güzel şarkı hiç olmamış yada henüz de olsa olmayacakmış gibi, ondan bu susmalarım. çok çok çekiniyorum hayattan, kaybolmaktan, hatta baksana kayıp olmak künyem olmuş, özlediklerim yok olmuş, isteklerim sırlarım ayyuka çıkmış, şimdi benden ne kalmış yada kalan ne kadar bendir, ha blog?...

susuyorum, susmanın çaresizlik gereği bir gösteri olduğunu bilircesine. ama susmaların erdemliliğine özeniyorum, hafifletici sebebim bu olsa acaba, konuşmadan dişe dokunmadan yada yıllarca belki kaç ömrün yalağına oturduğu bi akar giden çeşme başı zaman sebili ile susmak'tan dolayı giydiğim hükmün, affına mazhar olur muyum?... af peşinde değilim, dostum aslında, ben hayat diye hep kışlıkların arasına gizledim yaşayamadıklarımı. o gardorap hiç açılmadı, açık olan sadece zamandı, tükeniyoruz işte. elimden tutan sadece pişmanlık oldu ve ben her zaman biliyordum yada söylüyordum, pişmanlık aptallık gereği ve belki bu sefer bir sürçme unsuru aptal'a malum oluyordu.

çalışıyorum değil mi, para kazanıyorum, ah boşa akan vakitlerim, gereğinden fazla evhamlarım... bilmem kaç yıl önce, parasızlıktan işsizlikten, hayal ettiklerini gerçekleştirememekten şikayetçi bir ben ve şimdi onlara gıpta ile bakan yine ben. para neydi ki, ne oldu, bu da benim çelişkilerimden yine bir adımbaşı uğrak oldu.

ellerimden tutan ne ise, ben de onun ellerinden tuttum ve böyle oldum. Einstein demiş ya, aynı şeyleri yapıp da farklı sonuçlar uman ahmaktır diye, aha o ahmaklık elimden tuttu ve ben hala sıkıca kavrıyorum ellerinden.

Hiç yorum yok: