Sadece yaşıyorum, aslında bu övünülecek bir şey. Bir yapraktım belki bu kadar zaman, rüzgarlara kafa tuttum, şimdi rüzgar yolcusu, süprüntü'yüm. Ama mutluyum, ne isem o'yum, kendim olarak, kendime anlataraktan sadece, biraz rezil, üstüm başım pespaye.... Özlemiyorum kimseyi, kimseye emanet edecek birşeyim yok, paylaşılmazım-paylaşılacak birşey yok çünkü. Ayak izi, mühür, koparılmış bir kabuk, hayır bir çizik bile yok-büsbütün şu köprü üstü dilendiği meçhul adam gibiyim, manasız. Kış'tır gelir geçer, anlatamadıklarım ağzımda köklenir birine anlatırım elbet, orasına da şüphem yok da, kendine kalan kendinden az'ım-laflarım şuursuz ve ben ona yanarım.
Hayat bu değil mi?.. Mutlu olmak, sonra mutsuzluk, ağlamak. Parçalı bulut hülyaların arasından ışıldayan arasıra bir güneş, yokluğu yağmur; kasvet, sen yürüyen ve başında yok bile kasket; heyhat!!!... Aynı şeyler arasında farklı renkler arayıp durmak hayat, ama hepsi eni sonu kırmızı, oysa benim ellerim şair kalıntısı ve gözlerim bir köpeğin nakil algısı; siyah beyaz...
Koşarak mı kaçılır yağmurdan, yoksa ıslanmak muhakkak mı, bu mu ıslanmaya yüz tutan ve kaçamak güreşmeye meyilli nefis sahibi bir bireyin ya herrosu yada her gecesi yalnızlıkla çırılçıplak yatarken martta işsiz kalmış bir kedi merrosu mu?...
Ölüm değil mi, ölüm. Unutmak istediğim, ama unutmadan umutlandığım, rahatlık arayışına yorduğum ve hep korktuğum, yok olmak künyeli kiralık bir katil işte. Bir cenaze daha kalkar avlusu dolup taşar bir ibadethanenin ve sen o zaman anlarsın öleceğini, bir kaç gözyaşı; sonrası yeniden unutmak denizi. Unutuldum mu peki?... Çok çok ve ben de unuttum çünkü unutmak'tır yaşamak ve unutulmak belli ki tek mukadderat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder