Hep körfeze gidişim aklımda bu aralar. Hani güneş daha sıyırmış yeni yeni kafasını, yakacakken o gün içerisinde, daha soluk yüzlü ve düşük pikselli bir fotoğraf tadında ısıtırken, gecenin yağmış çiğlerini, ben yoldayımdır. Karanın altımda ezile ezile, beni ezmesiden tak etmişken canıma, o koyu laciverti görmek umudu, henüz uyanan yol köylerine; o köy bizim yoldaş köyümüzdür bakışı atmakla hunharca... Bir aralık, dağların bir kadın göğsünden vücudunun kristaline bakmak misali görmek karaltıyı, bize hayat veren, onsuz olmayan iyotlu, şehvevi sevilen; laci...Tuzlu tuzlu yutkunuyorum bak. Sanki şunun şurası 1 saat bile değil, sanki o gittiğim denizin bir kolu da şuramda henüz yakınken, ben yine ait olduğum boşluğun olmadan, burada fazlalığım, hangi doluluk olsa can sıkıntısı sadece ve ziyadesiyle. Tenim onun dokunuşlarını özlüyorsa, şimdi kara kesmişken bu dağın evladı kent, mecburiyetimin yurdu oluyor maalesef. Sevmek mi o da var, farkettirmeden denize, ama denizsiz bir kentin kamburuyum; tek yönlü. Yalnızım ve kabulüm bu en büyük derdim ve eşsizlik, nasıl idare edebilirim bu saçlarım karası memleketleri, kentleri...
Beğenmesem de, o kent ve bu kent benim, bizim, yalnızlığımın başkenti. Hüzün ekerim, deposu boldur, evladır saklaması, bir gün mutluluğa sararır mı bilmem karası. Ama laci olsa hüznü, daha ne isterdim ya, bu içimdeki deniz, taşıp duruyor böyle karalarımın poyrazında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder