7 Ocak 2010 Perşembe

Biriket duvarların teker teker yıkılması

Bir an ilham olup, kaçıp gitmişsin vay gülüm. Üzüldüğüm sen diye kurduğum ve şimdi yel arkadaşı açık cam firarisi perdeler değil, inanki, belki bu kaçıncı hayatın bana oynadığı oyun ve ben kaçıncı dayanamayıp vakur kararlılığımı kırıp atıp, ona kanışım... Yetmemesi vaktin, yanlış zaman eseri oluşun, gelmeyecekliliğine bu kadar koşullansam da, üzüyor çaresiz. Kızmıyorum ama bil, n'olursun, bilmen gereken belki sadece bu. Yazık olan sadece umutlarım, bitip gitmesi beni yıkmaz, nasıl olsa yeniden tüter ocağı gönül evimin, üzüldüğüm gerçek oluşunun bu kadar beni bir kurşun gibi sıyırması bu seferinkinde.


Nasıl olsa yeniden yazar daktilom, senin olmadığın ve boş bıraktığın harften geçmez kelimelerim bir müddet. Acı olan şiir, okunmayacak oluşu marş gibi dudaklarında yetim aklımın coğrafyasında, ama bilmeyecekliliğin tek isyan unsuru, oysa tahammülüm seni kaybedecek kadar bile derin itirafen. Satır satır azalacak, hikayelerim, sessizlikle and içecek bu ağız; bu sana aşk sözcükleri ekin ekin bitmiş bahçe ve dalında çürüyecek o kadar kiraz; sen yemeden, düşük yapacak hamile sevdam...

Kalmasa keşke bu eller, böyle yalnız ve üşüyen; rüzgarı soğuk sokakları bir başına gezerken, alışkanlık tesiri olsa da avuntusu, canlansa; yer etse kızarmışken yüzü soğuktan bir kışa daha ve ah'a koşarken, sensiz.

Hepsi sadece laf. Oysa... Neyse bitmez bu yenik pehlivan martavalları benim ağzımda, yenikliğimin gereği elbet susacağım, uslu uslu gidişini izleyeceğim; hayalimden, hayatımın ekseninden; hiç olmadığın ama olacağın zannıyla onca yatmadığım yastığımın öbür tarafından...

Hiç yorum yok: