25 Aralık 2009 Cuma

Sıkılmamaya direnen can

Uzun süredir, sadece iş yaşantısı ile devam ettirdiğim hayatımın anlamını kurcalamak ile kurcalamamak arası gidip geliyorum. Cevabı en çok oh haklıymışım diyip, aynı manasızlığa devam etmek olacağından, çok hassas bir ateşkes ile daha manasız günlerimde sadece nefes alıyorum. Eskiden olsa, hiç bir şey yapmasam, dışarılara çıkar, daha soğuk daha rüzgarlı ama kaşifliğimle sokaklarda arardım hiçbirşeyliğimi, şu an ise bilgisayar kuşu olmuşum çıkmışım. Hayır, eski ile yeninin zıtlaşımı üzerinden bayağılık yapmak peşinde değilim, çok da doğal aynı olmamak insan aynı zamanı bir kere daha yaşayamaz zaten, ancak ve ancak yazı yazma tutkumun da lokavt ilan etmesi ve zaman denilen ve akan şeyi sadece izlemek üzerine programlanmış konumumu hazmetmekte güçlük çekiyorum. Savaş çıkmıyor ama savaş çıkartıcak bir şey olmadığından değil, değerlendirecek kimse olmadığından. Öyle huzursuz bir sessizlik var ki üstümde yani, anlatmak bir şehir kütüpyhanesine can verir gözünde, sadece. Bak hala susuyorum.

Ama biliyorum ki, her yokuş bir doruğa, yine o doruk da, bir yokuşa dalalet. Hayatımın çoğunda arayış içerisinde, kendimi üzmek üzerine kurulu bir debelenişteydim. Üzüntülerimin sebebi de, sahibi de bendim. Artık boşuna yorulan bir zekanın sadece yorgun bir yaşam demek olduğunu biliyorum. Suskunluğum biraz ondan yani. Gereksiz hezeyan, isyan yada üzüntü, inan ki bana çok zarar verdi veriyor ve verecek. İnsan doğası hep arayış üzerine kurulu, benimki de elbet, ama biraz rahat ve huzur, ihtiyaç olan tek şey bu, buna inan.

Kimse olmasa da, sen varsın yanımda. Terk edilmişlik değil, belki sadece terk etmenin verdiği yalnızlık da olsa sen varsın yanımda.

Hiç yorum yok: