13 Aralık 2009 Pazar

Kayboluş

Misafirler yollandı ve daha zayıf bir yalnız olarak hayata devam ediliyor şuan. Ne yazık ki ben, anne ve babama hep hasret olup, bir türlü de uzalaşamamışımdır, ya eksiğimdir yani yada yokumdur. Kavgalarımız olurdu bilhassa da babamla, ama ne zaman uzak kaldık o zaman uzlaştık sanki. Her neyse, malumun ilanı yine hanemde. Cumartesi gittiler aslında, gideceklerini daha erkenden uman ben için geçti bile, ama o gün çalışmam gerektiğinden gitmelerine birebir tanık olmadım, sadece sabah çıkarken öpüşüp vedalaştık. Ama ne zaman mesaim bitti ve eve dönerken, ne zaman bizim arabanın durduğu yerde(evin önünde) başka bir araba gördüm, garip bir duygu geldi ve boğazıma çörekleniverdi. Garipti işte, anlatımı güç. Evim küçüktü, evde idare etmeye çalıştım misafirlerimi, tüm hayatım olan evim'i onlarla paylaştım, ama serde tek çocukluk vardı; paylaşmayı sonradan edinmiş bir kişi olarak sabır ediyordum bir yandan; ancak anne ve babaydı evdeki fazlalık. Şimdi bir arabanın yerinde başkasını görmenin gelip ümüğünü işgal edince insanın, garip bir şekilde şaşırtıyordu o an, o his. Hani her anne baba ziyareti sonrası, annanede mecburiyetten kalan küçük ben gibi; hani babanın ardından ağlamamaya tutunup, onun çıkardığı terlikleri giymek gibi 35 numara; küçük ayaklarla. Hoş, anneye babaya doymak mümkün bir mevzuu değil, bu yönden bile girildi mi, çıkılmayacak bir mesele zaten, ama girdi mi yüreğe o ateş; yani hasret, yani özleyeceğinin fark'ı, bana tokat gibi gelmişti. Yüreğim sanki, hemen altında; göğüs kafesinin altında yeni keşfettiği bir kuyuya düşüyordu o adımda. Özlemek, tuhaf bir duyguydu her türlü.

Bense, bir gündür, soğuk ve düzenli bir evi kendime benzetme yolundayım aslında. Dağıttım, sanki haftaiçi peşimden toplayıp, biraz düzenli ol nasihati ile gelen annem sanki mevcut gibi, yine. Valla burda bile gözlerim doluyor, hayır ağlamak değil, blog, soğan doğruyorum, anne fena özleniyor yahu. Demin daha askerde söylediğim nöbet türkülerinde gözlerimin dolduğu annemi andım, bir ara bak bahsederken tekrarında da gol olan bir pozisyonu izliyorum kalemde, buyur burdan yak... Neyse efendim, ev doğal gazlı kombi marifeti ile ısınıyor ancak, yurdumun dağları pambık pambık ve rüzgarın esmediği bir ayaz yağmur sarmalında iken, bacanın işlevsizliği ile doğal olarak soğukta kalıyoruz, bir ısınmaya mecbur olarak. Üşümekten ve çaresizlikten, gün içi bir ara İzmir günlerinde bizi ısıtmaya muktedir olan elektirik sobamızı hasretle andım hatta, yetmedi sobalaşma isteği ile iki parmağımı boş bir prize sokup yılbaşı ağacı gibi ışıl ışıl olma fikri ile ısındım gülerek ve de. Hepsinin eni ve sonu yalnızlık be blog. 2 nefes daha olsaydı 2 kişi daha az üşürdüm bak, şimdi. Mecburiyet tanımları ile kasmıyayım bu baştan beri yarattığım sohbet havasını ama, mecbur olunca insan özlemenin biraz da tapmaya giden açık uçlarını fark ediyor, özlenen ilahlaştırılıyor gözünde özleyenin ama özünde bizzat yine kendisi özlenenin.

İşler çok yoğun öte yandan. Hem kaleci, hem oyuncuyum adeta, nöbetçi ve işlerin başımda yoğun oluşu ile bu bünye, kafayı yemiş ama deliliği mizaha vurma yolunda emin adımlarla ilerliyor valla billa. İsyankarlık sadece sırıttırıyor beni, aman nazar değmesin. Tek çocukluğun, herşeyi önüne serilmiş ve oyuncakları ile tek başına oynayan bencilliğine salça olan misafir çocuğunun yarattığı isyankar ağlama zaten bana yakışmıyordu yakışmayacak, bunu da iddia makamı dikkate almalı bence.

Rahatız, ama bu tören rahatı, ağır misafir ağırlayacağız ve ben bu rahatlıkla n'aparım bilemiyorum. Hayırlısı diyelim.

Hiç yorum yok: