Hastalık sonrası ilk haftasonum. Dinlenmek niyetindeyim, çünkü yorgunum bayağı. Toparladım bakarsan da, dinlenmek illa ve illaki gerekiyor. Bağırsaklardaki ve midedeki problemden sonra, imana gelip beslenmeye önem vermek ve tabi ilaç tedavisi ile midem doldu taştı, haliyle haftaiçi uyku da sütünü içip dağlara kaçtı. Orta karar beslenip, tek düze yaşamaya alışmışım, uyku düzenim tümden sapıttı haliyle. Bu haftasonu barışırım inşallah.
Mevsim ağustosu devirmiş, sonbahar adım adım geliyor. Havalar sararacak ve güneş gökyüzünden dağılacak, biliyorum. Bulut bulut, mayısta kovulan ne varsa, yeniden zaptedecek semayı. Bana her baharda misafir olan depresyon da gelir, benim bunca kompozisyon değişiminden nasibim de bu olur zaten. Zaten sessiz sedasız yaşıyordum, bir yerden çatlar gider biriktirdiklerim, aşar geçer bendini. İtidalli olmaya çalışsam da, ürküyorum; ne yalan söyleyeyim.
Bir kere memleketteydim, yaz tatili derken zaten hepten ölü olan memleket, defnedilmiş biz üstünde yaşamaya çalışan zavallılar vaziyetindeyiz; ev kuşu olmam ve bunu kırmak maksatlı es kaza o gün dışarı çıkasım vardı, saldım kendimi sokaklara. Hava delici bir sıcak, ne bir bulut ne bir nem, kuru sıkıcı bir kavurmaca var tene değen. Dolaşıyorum, sokakları, parkları ama insanlar gözüme olmadıkları kadar mutlu gözüküyorlardı. Sevgili, arkadaş, herkes bu dünya neden böyle dönüyor , diye benim aksime dertlenmiyor, takmıyordu hiçbir şeyi. Normal bir insan bunlara bakarak elbette huzurlanır ve olumlu etkilenir ama benim gibi depresyon misafirhanesi işleten bir adam böyle düşünmez, her gülücüğü kurşun gibi ciğerine saplar adeta. Her neyse, dolaştıkca acı basmış olmalı ki, eve zor attım o sıcaktan kendimi ve evdeki valide ve küçük komşu kızının dikkatini cezbeden bir hışımla oda kapımı duvar edip, yüzümü yatağa gömüp ağlamaya başlamıştım. Şimdi belki bu benim için normal bir şey, ben her daim gündüzün en karanlıklarına yuva yapmayı vazife bilmiş, hayatla her daim inatlaşmış bir 'aykırı' idim, ama her zamanki gibi evde gizli görevle bulunan bir ajan misali, dışarıda it ev de hanım evladı tavırlarımı üzerimden çıkarmadığımdan, dumur olmuşlardı. Oğlum nen var, diye ağlamaklı bir ses ve komşu kızının ağlaması hala kulaklarımda. Nasıl anlataydım onlara hayattan sıkıldığımı ve nihayete varması gereken salak saçma bir öykünün bendeki gelişme bölümü sayfalarının yırtık oluşu ve her okumaya hallendiğimde 2 satır sonra öykümün bittiğini. Yada anneme, anne canım bu bedene ayrıntı ve benim içim dolu dizgin ciğer delen azgın sularımı akıtacağım deniz bu yer yüzünde yok bıraksın beni buharlaşayım gayrı mı deseydim... Diyemedim, demedim de, geveledim bir şeyleri olmuş bitmişe vurmuştuk sonra. Sinirlerim gerilir yani, ama nazım geçene olur bu ve benim evimde nazımın geçtiği bir şey yok; o bakımdan tehlike şimdilik çok uzaklarda, sükunetle dinlenebilirsiniz efendim.
Haftaya belki bir İstanbul gezisi yapma niyetindeyim efendim amacım, gezmek ve tabiiki maç. Bakalım Bursa'da biletix bayiisinden eğer yeterli oksijeni alırsam, denizden kafayı mecidiyeköyde çıkartmak planındayım du'bakalım n'olcek. Aslında masraf ve harcamaların tepesinde gezerken, tüy dikmenin manasızlığının da idrakindeyim ama, hayatımın işin garibi; sıkılmadığım monotonluğunu biraz hareketlendirip, kendimi hayata bağlamak istiyorum. Bir nevii, kumar yönü var bu yaptığımın başarılı olması durumunun. Çünkü aman yarabbim ne kadar eğleniyoruz, haydin eller havaya bir durumu yok şu anki ortamımın ve acıkmak muhtemelen daha da aç kalmak anlamına geleceğinden, eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürmek büyük bir risk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder