11 Eylül 2009 Cuma

tasa sığmayan yudum

arabanın el freni çekik.
nerdeyim?
bir an uyanmış gibi,
burdaymışım da aslında değilmişim gibi.
yanımdan,
peşi sıra araçlar geçiyor vızır vızır,
bense hala bekliyorum da; neyi?..
heyecanlanıyorum,
elim kontağa gidiyor.
sallanırken buluyorum anahtarlığı,
hala sıcak tutacağı.
meraklanıyorum;
acilen çıkmışım da yola;
nereye gittiğimi bilememiş miyim acaba?...
nerdeyim,
tanıdık geliyor gibi yol.
dikiz aynasına bakıyorum ardından,
bir adam işiyor ve uzak arabadan.
beli kabarık, belli ki silahlı...
kaçırılmış olabilir miyim,
yoksa bu damlayan ter mi, derken,
kızıla boyalı silen ellerim.
korkum artıyor, kırmızı hep korkutur,
panik bir zehir gibi yayılıyor kanıma.
şimdi gazlasam dönüp ateş eder mi,
kaçabilir miyim dönüp oturmadan yanıma?..
korkmak; böyle ödlekçe, ayıp geliyor.
terliyorum öte yandan, hava sıcak,
gömleğimden süzülüyor damla damla,
en sıcak yerim, belim.
nedenini merak ediyorum,
bir kabzayla buluşuyor elim.
anlık sevinç ve rahatlık ve özgürlük,
gelen adamı mıhlayabilmenin garantisi ile,
hepten külhanbeyi oluyorum körkütük.
yaralıyım oysa, delikanlılık sökmez.
boğuşmuş olmalıyız diye tahmin ediyorum.
direksiyonda olmuş olan, herhangi bir nedenden,
vurmuş olmalı kafamdan ve sızmışım birden.
aynaya bakıyorum bunca tahminin içinde,
dönmüş geliyor, demin işeyen...
heyecanlanıyorum, yaklaşan adımlarıyla,
elim belime gidiyor gayr-ı ihtiyari.
ama gelen ya çok saf, ya beni tanıyan biri;
çünkü yavaş ve gülerek geliyor.
sakin olmaya çabalıyorum,
ikimiz de silahlıyız ve denkiz.
ben de gülümsüyorum ve rahatlıyorum,
tavırlarım yumuşak olmalı.
kapıyı açıyor ve kafasını uzatıyor içeri.
demek uyandın, diyor.
gülüyor.
ben de gülüyorum;
'evet uyandım'.
iyi o zaman, gidelim, diyor.
rahat olmalıyım ya hesapta,
nereye diye soramıyorum.
kontağı çevirip, devam ediyoruz yola.
ıslık çalıyor.
samimi olmalıyız, diye geçiyor aklımdan.
her arkadaş arasında olur böyle şeyler, diyor.
gülümsüyorum.
telefonu sızlıyor aniden,
silahın yanındaki arka cepten çıkarıyor,
geliyoruz, diyor cevaben.
hızlı gidemiyorum, rotamızı bilmediğimden.
yoruldum diyip kenara çekiyorum,
sen kullan, diyorum.
direksiyona geçerken, önümdeki çanta dikkatimi çekiyor.
onun dışarı çıkmasını fırsat bilip,
karıştırıyorum; para var destelerce...
fidye olayı belli ki, birini kaçırmışız,
ve parayı alıp kaçıyoruz.
kaldırıyor el frenini ve devam ediyor seyre.
az sonra yoldan sola sapıp, bir alana çıkartıyor bizi.
bellli ki para paylaşılacak, pay edilecek herkese.
ikimiz de çıkıyoruz arabadan,
silaha gidiyor elim.
bir kancıklık muhtemeldir bu durumlarda,
paylaşırken muhtemeldir ölüm.
çanta arabada kalıyor.
yanımdaki, getirdiniz mi diyor.
neyi getirdiler mi, içime kurt düşüyor;
getirdik diyorlar cevaben...
adamlardan biri arabalarının bagajına yöneliyor,
çıkarttığı otomatik tüfekle ateş etmeye başlıyor.
ilk yanımdaki vuruluyor,
ben sağa atıyorum kendimi.
belimden çıkartıp önümdekilere ateş etmeye başlıyorum.
biri ikisi derken düşüyorlar birbir.
sürünürken, bir sıcaklık hissediyorum sırtımda.
ateşe devam ederken, kan adeta sebil.
bir ateş hissediyorum alnımda.
karanlık oluyor parlaması...

birden uyanıyorum, alkışlar çevremde.
gülüyorum.
güzel sahneydi, tebrik ederim, diyor yönetmen,
oysa herşey bir ilaç ile değişiyor,
her sahnede bir kere daha diriliyorum ben.

Hiç yorum yok: