16 Eylül 2009 Çarşamba

Son adımlar ama paytak

Evi toparlamalıyım ez cümle. Yıkanmış ve ütü bekleyen, iş arkadaşlarım, gömleklerim ve yıkanmayı bekleyen zibilyon tane bulaşık ile, burdan voltayı almadan toparlamalıyım tası tarağı. Evi geldiğinde güzel bulmak, hep özendiğim bir şeydir ya bu sefer bari nasip olsun bana. Ben habire kaçar gibi gittiğimden ve bazen itiraf etmekte mahsur yok; ahır gibi gördüğüm evi, güzelleştirmek için çabalayacağım biraz. Ne zaman gelsem biraz paytak biraz az; ama ev tam olsun-bana rağmen. Aslına bakarsan, başka bir yerde arayışım yok, hani burası evim değil evim şurası deyip, burdan daha rahat ettiğim bir haneye sahip değilim, ancak gariptir ki, tek seçeneğimi de sanki optik okuyucu da okuyamasın diye aşırı karalar gibiyim, neyse kastım yada kasıtsızlığı; anlam'sızım. Sanırım aşırı sahiplenmek de, bazen sevmenin farklı bir tezahürü oluyor böyle, hani çok kıskanç bir kadının sevgilisinin kanını içer gibi onun vücudunda izini bırakma hazzı gibi, ben de benim dışımda kimsenin anlayamayacağı izler bırakıyorum evimde.

"Nemo vir est qui mundum non reddat meliorem"

...Bugün yine, iftar özürlü halimle, 3 tost yaptırıp açtım orucumu, yardımcı rolde ise çay vardı, iyi gitti-ancak kuru yemenin sulu sonucu olmuyor, bu bakımdan en iyi katı dayak dalında iddialı bir adayım ya, du'bakalım. Beslenmeye önem vermek lazım, azizim, bana geçenki rahatsızlığımdan miras kalan bu olmuştu. Ne fazla düşmeli, ne de azaltmalı ama tadında olmalı. Bekarlık da olduğundan serde, hiç özenmeden geçiştirilen öğünler, ya hastalık yada eksik beslenmeden oluşan kilo problemleri ile yüzyüze bırakabiliyor insanı. Aslında başka da seçeneğim olmadığından bu yoldayım, şikayet etmek de geçersiz bir zaman kaybıdır bu bakımdan ama bir 3. yol yaratıp yeme düzenini sağlamak lazım. Hayat kalitesi denilen şey bu, kalitede de sınır olmadığından AB'ye ben girebilmeliyim en azından,

-Ferhoygen adammısın olm!!!1111

Yokluğun edebiyatı çok yapılır, ağıtı çoktur yoklukların; ama benim amacım eksiklikleri vurgulamak değil. Kemik kaynatır yine yamarım ve ben bunu düstur edindim, ağlamak yerine bunu sebep bilmeli güzel günlere ve ben buna inandım hep. İnandıklarımın gerçeğe kıyısına da en güzel evleri yapıp, buluşmaları izletmek gibi de, bir huyum vardır. Hakeza en güzeli sensin bunların, blog. Bilmediği insanların, bir gün gelip okuyabilecekleri, es kaza karşısına çıkan yada anlık bir bakış atıp gidecekleri yada bir çaya misafir olup buğulu havalarını paylaşacağımız; kimbilir... Hep hayallerim var, insanlara dair. Bazen yeni, bazen eski, sadece okuyan, bazıları paylaşan, ama insan, sadece nefes alan ve bu paydadan dünyaya yayılan binlerce paylaşım. Olmayacağına inanmak istemiyorum, sadece olması için yapılanlar var ve yapılmayanlar; yarım kalanlar ve beni daha da yazmaya seni doyurmaya itenler, altında.

Tatil heyacanlandırmıyor öte yandan. Bayramların, o hali hani hep beraber paylaşılan halidir akla gelen, baklava değil şeker değil, mendil değil, değil ,değil. Ulviyet yani yalan bir laf olsa da birlik beraberlik. Gülümseme, kabullenme ve özleyip yargılamadan, yeni elemanı o halkaya katma. Oysa öyle mi muhasebeleri de ağzıma cak cak sakız oldu adeta, ama özlediğim bayrama gidiyorum ben aslında. Hani oraya gitmenin o ulvi beraberliğin eksik olmayan ama orda olman gereken bir bütünü güzelleştirmek gibi.

Her neyse. Açlığın, yokluğun diplomasisi gibi oldu; bu yazılanlar. Oysa mutluluk aşılamak isterdim ya, toprağım buna müsait olmamalı, durgunluk baş göstermiş ve niyeti aşmış, vay başıma... Bazen bayramlar içindedir. Mesela askerdeyken bir kaşık kavurmaydı bayram diye önümüze konan ve yetinilmesi beklenen. Oysa en güzel bayram bir pasta ile ertesi günlerde çıkagilen ziyaretçimdi ve bana cenneti bağışlaması; bir küçük hediye ile kendimi olağanüstü halden olduğuma davet eden ve onca askerle paylaştığım'dı. Yani sana sunulan değil, senin tatların, tattırdıkların biraz da.

Hep az şeyle yetinip cennetleri yaratmak değil miydi yüzyılların binyıllardan beri mirası, hayal; ha?...

Hiç yorum yok: