11 Eylül 2009 Cuma

Saklambaçta karanlıklara saklanmak

...Yeni büyüyorum ve büyüdüğümü yeni anlıyorum daha. En büyük korkum cinsel mevzularda ileride yaşayabileceğim başarısızlık. Çocuğuz tabi bir yandan da, her denene kulak asıyoruz. Falanca arkadaş bize, dergi gösteriyor, bense yapma etmeyi basıyorum. Bir zaman sonra öyle bir şey oluyor ki bu, kendimi sorgulamaya başlıyorum. Ulan acaba bir yanlışlık oldu da annemden babam mı doğdu, diye soruyorum kendime. Mantıksız tabii, her bir haltı, hınzırlığı işlerken olm yapmalayım böyle yanlış bak şöyle olur diyen bir ablak... Bir kere gençsin, ilk adımlar titrek de olsa asi olmalı, hayatında ne yapmadıysan, o zaman yapılır belki ya; belki baskı toplumu, belki bu büyümeye erken atlama merakı yada çocuklar içinde büyüyeceği yere annane ve dedesinin yanında kendinden 9 yaş büyük dayısı ile oynamaya çalışıp sopa yiyen haftaiçi torun, hafta sonu evlat olmak yüzünden, su basmanını yapmadan 3. kata çıkma çabaları... Zannederim evebeynlerimi yutmuştum. Oysa büyüyordu, eller ayaklar ve çevremdekiler. Filanca arkadaş ortaokuldayken hepimiz, çıktığı kızların ismini değiştirerek anlatmasını dinliyoruz, bizde tık yok, üstelik nasıl ergenleştiğini falan anlatıyor, ben ise hala çocuk bıyıkları ile merakla dinliyorum: sanki onların ergenliği demlemeyken, bizimki sallama, anasını satayım. Her denileni ciddiye almak da bir problem tabi, büyüme sırasının bana gelmesini bekleyen tombik-tombalak bir velet olarak, otobüs durağında vapur biletiyle bekler haller var serde. Hepsi köpek gibi sigara içiyor, küçük muhitteyiz; bu hastalık gibi yayılıyor. Ben ise kınayan taraftayım, mattah bir bok olmadığını da biliyorum bir yandan. Bana da düşen ulan nasıl birşeydir, diye merak etmek ve en sonunda tütün çiğneme fikrine ulaşmam ve arkadaşların sigaralarının ilk yudumunu iğrenç bir tat ile çiğneyip tükürmem... Çok sürmedi haliyle. Tabi büyümeye meyleden bir ben değilim. Mahallemin, sitemin, lojmanımın, çocukken belki çocukça sevdiğim kızları da. Gögüsleri beliriyor hafiften, kalçaları dolgunlaşıyor ve artık başka kimlikteler, ben ise sevgimin ve bana bakışlarının değiştiğini hissediyorum hafiften, yüzüm kızarıyor artık, es kaza elim bir şekilde vücutlarına temas edince.

Peki herşey tamam, yuvarlanan bir varil içi gibi herşey hareketli ve karman çorman da, bana sıra ne zaman gelecek tripleri hiç gitmiyor o şühela ayna bakışlarımın dublajlarından. Ulan bari, şunla çıksaydım, bir şekilde bunlar olmalı, başlamalı reaksiyon ve ben de aşkı ve en azından sevilmeyi tatmalıyım diyorum. Sanki küçükken hem ordan oraya kolay taşınabilmek için konduğum, hem de her götürüldüğüm ve büyüklerin olmadığı yerde emniyette yek durmam için konduğum bavul artık küçük geliyor, tekmeliyorum; ittiriyorum, ama içinde bulunduğum ne varsa karışıyor, kimyam bulamaç... Zor kırılıyor, sevdiğin duvarlar, yıkılmıyor işte, hele o duvarlara inanıyorsan, düzen tertip diye dikildiyse ve beyaz kireç kokulu ise, en çok resim yapıp ordan bakıyorsun kırlara; sanki bir pencere kondurmuşsun gibi bakılıyor kalınıyor.

Aynı çevrede gelişmek ve büyümek bir yandan da zor. Büyüyorsun, büyük roller takınmaya çalışırken, hala 9 aylık oynayıp, mahalle maçlarında zıttırık bir hadiseden kavga ediyorsun. Daha kötüsü, orman çayır dolu mahallende oynanan saklambaçlar. Çocukluktan beri oynadığın, bitmeyen. Kızlı erkekli saklanmalar hele. Tamam dün çocuktuk da, bu sefer yetişkinlik dağına sardırmış, kimimiz damperli kimimiz arkalıklı da olsa da, kamyonlardık. Bunu anlamak da elbette tecrübeyle sabitti:

Bir kere biri, çocukluk aşkım, sonrasına yıllarımı kattığım, çoktan unuttuğumu sandığım Makbule, biri de onun arkadaşı bir kız bir apartmanın arkasına saklanmışız. Herkesi görüyor, sobeliyor ebe. Ve kale başından da ayrılmıyor namussuz, sıkıştık kaldık orada. Beklesek bekleriz de, ne bileyim her halde kan kaynaması, yerimizi değiştirmeliyiz diye düşünüyoruz. Yan apartmanın arkasına geçip, kaleyi ters taraftan gören bir konuma erişmek en mantıklısı geliyor bana. Ama iki apartman arası doğrudan ebenin görüş açısında ve biz 3 kişi olarak, o aydınlığa vuran yeri hızla kaçamayız. Aklıma tek başına kalıp, tek başına çözüm üretmekten kaynaklı olması muhtemel bir çözüm geliyor ve heyecanlı kızlara açıyorum, daha arkadan, ormanın içinden dolanacağız, ki bizi görmesi imkansız olsun. Ne nasıl demelerine fırsat kalmıyor, herhalde ki, başımı alıp gidiyorum, bunlar da peşim sıra tabi. Bahçelerin arasından geçiyoruz karanlıkta. Ama karanlığa alışınca insanın gözleri, bal rengi bir tül giyindiğini fark ediyor, ayın ışıltısı vuruyor karanlık bedenlere. Yürüyoruz, ama ardımda alışık olmadığım nefesler. Hem korku kokuyor nefesler hem heyecan... Ormanın hemen kıyısına, bahçelerin bitimideki, çift lastik sürülü patika yola çıkıyoruz birden. Düz yolda olduğumuzu fark ediyorlar ve birden iki koluma birden giren bedenleri fark ediyorum ben de; kavrıyorlar sıkıca kollarımı. En çocukça halinde, erkek olduğunu hissediyorsun, yanındaki sesler korku ve sığınma arayan tavırlarla, korkuyoruz M...., n'olursun çıkar bizi burdan diye tınıyor. Yine çocukça bir tavır ve espiri ile, ne seksi erkeğim ama iki kız birden kolum da heheyt be diye gülüyorum, ama sesler kesiliyor bu lafımın üstüne. Nefesler de değişiyor ya, ben hala çocuğum onlara göre, diğer apartmanın arkasına çıkarıveriyorum birden ve sonrası oyun salınıp gidiyor.

Sonrası bir arkadaş muhabbetinde işitiyorum, gıyabımda Makbule'nin bunları anlattığını ve arkadaşların ilgisini çektiğini.Benim yerime ona teklif götürmelerini ve cevaben benim etmediğimi dolayısıyla olmaz dediğini falan... Doğru yerde değilsin ve hiçbir su iki kere aynı tatta akmıyor ya, ne giden kaçıncı gemi ama belki ilki idi. Kim bilir hangi limana saklanıyor ve ben o liman olamıyorum; ebe olup bulsam da fayda etmiyor zaten.

Hiç yorum yok: