2 gündür deplasman iftarlarında geçiriyorum gecelerimi.
dün işyerinden bir abimizin tek başına davetine icabet ettim efendim. yürüyerek gitmeyi kafamıza koymuştuk, ki ben geçen sefer giderken bir araba yolcusu olarak görmüştüm evlerini. ama bir yeri bilmek için ayakla bizzat yoklayarak yollarını, tozunun teneffüs ederek gitmek, demekti. bu tecrübe belki buna yarayacaktı ya, memnundum bu yüzden. hava ise sıcak gibi, sıkıntılı ve kapalı idi. yağmur yağabilirdi ama hava o makamdan uzun zamandır çalıyordu oysa ama hüzzam makamından ayrılamamış, çadırımızın üstüne şıp diye bir türlü damlayamamıştı. Setbaşı'ndan Emir SUlatan mezarlığının arkasına akıp, dik yokuşlara verdik oruca niyetli ve günün yorgunu bedenlerimizi. Kendime acımam ve acımıyordum ama abimiz benden 6 yaş büyüktü ama etme eyleme dedi tempoma. Her neyse daha hafif tempoda yokuşu çıktık, çıkmasına da, yokuşun düz yola döküldüğü yerde kollarımızda kimsesiz damlaları hissetmeye başladık. Yağmur geliyordu, yaz yağmuru kimliğindeydi ya, tınmadan ilerliyorduk tozlu yollarda. Küçük sokakların tek katlı evlerini bir bir çalımlarken, Bursa'ya bir kez daha aşık oluyordum, bu kadar tarih bir arada nasıl barınırdı, hele ki içinde hala insanların yaşadığı tarihi evler ve tabi Uludağ; her nasıl yapıyorsa, her sokak başını tutuyordu, binaların arkasından sarkarak bakıyordu bana... Keyifliydi, ama yağmur ben burdayım demeye birden başladı. Biz hali hazırda yanımızdaki şemsiyelere davrandık, yolu arşınlayarak yürüyorduk. Ama ne yağmurdu, adeta dolu yağıyordu. Yokuş yollar boyu, belediyenin sadece isim olduğu yerlerde adeta nehir gibi sel akıyordu. Makosen ayakkabılar ve takım elbiseleri ile, tam yerindeydik bu keşmekeşin. Biraz daha ileride bir yere sığındık, bu kez; gözlerimiz saatte, okunmamalıydı henüz ezan. Beş dakika sonrası hafifleyince, biz de yola koyulduk, hoca beklemezdi; nemize lazım. Ama yolda yeniden hiddetlendi, bizim kaçak güreştiğimizi fark eden gökyüzünün elleri, daha beter dövüyordu şemsiyelerimizi. Her nasılsa, yol bitti ve eve vardık ama, o gün tek misafirdim ve her nedense en ıslak da bendim adeta. Abimiz, hemen beni bir odaya alarak, bir adet pijama altı benzeri bermuda ve tişört ayarladı. Bir tane de atlet elbette. Ben de hepsini giydim, sıslak ne varsa değiştirip üstümde. Sonra saldım kendimi ev halkının arasına. Küçük ve bundan önceki buluşmalarımızda bana pek yüz vermeyen oğluna lagaluga yapma olm, bak ben de bu evin oğluyum artık dedim, gülüştük. Kaan henüz 2 yaşını bitirmişti ve biraz ağır takılıyordu yabancılara karşı. Ama dedesi, babası ve benim olduğumuz odada ilk ababası ile güreştikten sonra gelip bana sırnaşmaya başladı. Biraz gıdıkladıktan sonra, bunu baya bir yoğurdum. Daha sonra odadan kaçamaya çalışmasına engel olarak onu güldürme oyununu oynamaya başladık. En son benim yanıma gelip, jamaikadan ithal türkçesi ile amca televizyon gok dedi ben de dönüp televizyona bakmamla pırrr abimizin kanatlanması bir oldu; hayatımın çalımını atmıştı. Bir baktım babası karşımda gözleri kocaman kocaman gülüyor, ben de bastım kahkahayı. Abi hayırdır çalım atmayı da mı öğrettiniz toramana dedim, ama hayır nasıl olduğunu o da bilmiyordu. Zekkası hakikaten parıldıyordu bu yaşta. Her neyse, top patlaya yazması ile iftar sofrasına oturduk. Ağır abimiz de yamacıma oturdu, sanki gitmeme engel olacakmış gibi. Her neyse yemeğe başladık ama ansızın sanki banyoda su açık kalmış gibi fayansa düşen suyun makamında ses gelmeye başladı dışarıdan. Gözgöze geldik ve kapıyı açıp bakınca, 3 katlı binanın 2. katında oturan abimizin, son katındaki terasın tıkanan giderlerinin, içeriye boşaldığını fark ettik. Şırıl şırıl akıyordu adeta. Abimiz fırladı yukarı sonra aşağı indik aşağının gideri de kaynıyordu adeta, arka taraftaki bahçeden olduğunu düşünüp, arka tarafa çıkmamızla orda bir göletle karşılaştık. Oranın da giderini halleden ıslak abimiz, ile tekrardan sofraya oturduk. Kaanla oynamaya başladım, çünkü bir şey yiyecek halim kalmamış, şişkinlik yapmıştı. Neyse sofradan kalkıp, çay falan içip, kalkmak istedim, yol uzundu. Ama arabayla bırakılmak üzerine ısrara da karşı çıkamadım, çünkü hala o evin hali üstümdeydi, benim pantalon, gömlek ve ceket kurumamıştı. Makosen ayakkabılar ile muhteşem bir görünümüm olacaktı zaten, ama arabayla beni bıraktılar eve sağolsunlar.
Bu akşam ise Neslihanlara davetliydik. Serdar, Mustafa, Emrah ve Kanka Adnan ve tabi Neslihanın ev arkadaşı Şirin ile birlikteydik. 2 gece önce, yolda hiçbir zaman itibar etmediğim çakma formaların fiyatının düşüklüğünün cazibesine kapılıp almam ve Adnan'a da haber vermem ve bana da alıver demesi ile başlayan hikayemiz, onun bana gelip beni ve formasını alıp davetli olduğumuz iftara götürmesi ile başladı herşey. İçecek alacaktık, diğer tayfanın tatlı almasını düşünerek, Serdar aradı ansızın, Kanka Neslihan seni aramadı mı, yemek iptal bize gelsene dedi. Kafa binbeşyüz oldu anında, baktım 15 dakika ya var ya yok, dudağımı kemiriyorum. Tamam kanka bir sorayım Neslihan'a dedim kapadım teli, Adnan yanında homurdanıyordu iftarı Neslihanla yaparım valla diye. Telefon defterini karıştırırken bşr daha çalan telefon ile uyandık ki, işletiliyoruz; neyse dedim ben yememiştim zaten. Her neyse madensuyu ve limonata kaptık gittik. Sofraya gelen tarhana ile, koku almayan burnumun mesaiye an itibari ile geçtiğini anladım ve bekarlığımın ve belki yıl olan bu güzel besinden mahrumiyetime üzüldüm o an; aynı sol bacağını araba çiğnemiş bir sokak köpeği gibi. Ezan ile, çorbaya yumulup, tavuk pilav ve taze fasulye ile işlemi tamamladık. Geyik falan çeviriyorduk elbette de, zaman kısaydı milli maç vardı. Baktım Adnan hareketlendi, nedir dedim; kanka işim varı çaktı ağzımın orta yerine kakalak gibi oturduk yerimize. Onu yolladık, çay falan derken, kahve yapıp Emrah'a fal baktırmaya çalıştı ev sahibelerimiz. Biz de maçın ilk yarısını göz ucuyla izledik küçük televizyonlarından bu sırada. Belki can sıkıntısı, belki de fal olayının gerzekliğine olan kanaatim ile ben kalkıyorum canlar dedim, Serdar ve Musti de, peşim sıra kalktık. Emrah kızlarla kaldı, baksın'dı keyfine. Bunlarla Setabaşı'na kadar yürüdük, davet ettim maçın 2. yarısı için, ama gidelim dediler. Israr tersti, eyvallah deyip eve getirdik sonunda gövdeyi.
Şaka maka da, evimi özlüyorum be blog. Sahiplenmek biraz da özlemek belki ve ben evimden ayrıyken pek rahat edemiyorum. Cefasız bir aşkımız var şimdilik, ama nazar değirmeyelim seviyeli bir birlikteliğimiz var; amman diy'yim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder