3 Ağustos 2009 Pazartesi

Tatilden dönen yalnız savaşçı

Yahu hani uzun uzun küçük şeylerden büyük şeylerler devşiriyor da, isviçreli bilim adamlarının icatşinas hal ve tavırlarını, ötmeyen bülbüle çeviren zat-ı şahanem, uzun şeyleri kısacık anlatıyor-ona sinirlendiriyor benlikte oturmuş insaf hücrelerini. Arkadaş 2 hafta olmuş, anlatacak fersah fersah hadise olay var da, ben her nedense özet geçmekten başka sokaktan geçmeye yeltenmiyorum. Her neyse, az da olsa öz de olsa anlatılmaya değerdir ve doğurgan mottomuz olduğu üzere de, orada veya burada, önemli olan var'olmaktır:

Efendim, senelik iznimi alacak olmanın coşkusu ile sevgili kişisine onu rahatsız edeceğimi ve yeni çektiğim maaşımla, onun bana yaklaşık 3 yıl önce ısmarladığı asker sonrası travmatik depresyon ilacı Çeşme tatilini yeniden yaratmak meyilinde olduğumu bilidirmiştim. Haliyle O da izin ayarlayıp hazırlıklarına koyulmuştu. Ama her şey hazırsa da, beni deli edecek illaki bir mevzu yaratıyordu ya, bu da O'nun bendeki vazgeçilmezliğinin ironik bir çelişkisiydi ve tekrarlanmaya mahkumdu bu çelişki-her zamanki gibi. Cuma öğleden sonra birden çıkan ben hasta oldum, deniz olayı benim için bitti havadisi ile kaynar sular boşan boşan boşanmıştı başımdan aşağı. Çeşme bizi bekliyordu sanki ama daha çok bekliyecekti belli ki... Her neyse ben yine İzmir'e gittim ve menstural döngüsünün başındaki ateşli kızgın ve kırılmaya ramak kalan bir dişiyle tatilimin ilk yudumunu aldım. İlk gün beklendiği üzere kırgın ve kırık geçerken, birden İzmir'deki arkadaşları rahatsız etmek geldi aklımıza. Gökçe ve yeni manitası ve bir de arkadaşları olan Sultan kişisi ile Küçükpark'ın arka caddesindeki biraver biranesinde buluşup kafaları cilaladık. 2 vodka vişne ile konsantrasyonu yüksek bir ekşilik ile coşmuştu deli gönül, durur muydu; durmadı-güldü güldürdü elbette. Muhabbetimiz tatlı olmalıydı ki, eski dost Gökçe, gece alemlere akalım teklifi ile şenlendirdi masayı, davete icabet farz hesabı, biz de kabul eyledik. Küçükpark'taki Berry diye bir diskotek ve dans olayının bol olduğu alkollü mekana sefer düzenledik çakır kafalarla. Damsız alınmıyormuş ya, yolda gençten iki sap abi kulunuz köleniz olalım içeri sokun bizi dediler, yufka yüreğimizin alkollü hoşluğu buna dayanamadı, olur'u bastık ama, bodyguardlar yemediler teraneyi. Biz de hadi lan'ı çekip ordan Oooze'a aldık voltaları. Bu Bornova merkezdeki bir mekandı. Her neyse, oraya girdik, giriş paralıydı. Baya yüksek volümlü müzik ve alkol ile sahnenin önünde yuvarlak masanın etrafını çevirdik. Alkol çok fazla içmeye alışkın olman bünyeleri daha da coşturuyordu, müzik de arrtıkça artıyordu: Deli gönül rak müziğe doydu... Derken yeni eniştemiz, soframızı tekila ile şenlendirdi birden. Ankara'da misafirane deneyimini bir ara anlatırım, ondan başka bir deneyimim yoktu ama 3 shot'a mazhar olduk. Tabi himayemdeki sevdiceğim de içiyordu ama dayanamadı, gecenin sonuna doğru istifra mektubunu bol bulamaçlı imzalıyordu derken, kaptım civcivimi, eve götürdüm. Ama ben de sarhoştum, fakat anahtar deliği bulacak taka'atim henüz mevcuttu. Neyse yatırdık sevgilimizi yatağa ama o hala midesinin içeriğini kul'dan saklamama niyetindeydi ya, benim ise aldırışım 0'ın altına düşmüş-umrum olur mu, sızmaya koyulduk hafiften. Kendimi her nasılsa içerdeki koltukta buldum o garabet gecenin sabahında. Sabahleyin deli gibi dayadığımız su ile yüzen midemden gelen garip tavırlar ile veciz lafımızı literatüre artık altın harflar ile kazımıştık:

İçki bütün kötülüklerin anasıdır, tekila da babasıdır.

Ertesi günü, Urla'dan nicedir gel görüşelim kanka diye yanıp tutuşan, askerlik arkadaşım, karakolumuzun telsizcisi; muhabere onbaşısı Ersin'e gitmeye kararlıydık. Üçkuyular'a otobüs mağrifeti ile ve sonrasını da minibüs ile geçirdiğimiz bir yolculuk ile terhisimden beri görmediğim arkadaşıma kavuştum. Evine davet etti bizi, ama hava sıcaktı, denize girmek isterdi deli gönül ve ne de olsa izindeydim. Hatun kişisi ise, fedakarlığın üst noktasında ta'am aşkım sen gir ben kumda oynarım semalarında sorti yapıyordu. Derken Ersin'in işyerinden bir elemanın eski bir arabası ile sahile aktık. Hemen denize girdik onbaşımla da, deniz çabuk derinleşmeyen ve çorba kıvamında; pek de temiz olmayan bir tiynette olunca, gerisin geri çıktım haliyle. Plajda sevdiceğimin kucağına uzanıp güneşlendim ve plaj gezintisi yaptık kalan zamanda biz de. Eve dönüp peynir ve ekmeğin muhteşem hızır'lığına deniz sonrası açlığımızı emanet edip, kaçtık Ersin'in ilçesinden. O gün Pazar'dı ve benim için olmasa da ertesi günü çalışacak olan bir sevgiliye sahipti deli gönül. Aile de Assos'ta bekliyordu, o bakımdan Pazartesi sabahı sevgileye ve İzmir'e hasretli elvedayı çekip o tarafa kaçtım. Ama nerden bilirdim ki, misafir üstüne misafir olacağımı. Annemin teyze kızı hayırlı olsun niyeti ve tabii her İstanbullu gibi Assos'a uğramak amacı ile yazlığımıza teşrif edecekti. O gün onları karşıladık Ayvacık girişinde. Enişte ile 2 kişilerdi. Enişte kompleksli ve kulakları iştimeyen zor bir akraba dalında en iyi olmaya namzet yapıda biri olsa da, teyzem muhabbeti ile o açığı kapatıyordu. Fakat onların olduğu ortamda benim de olmam, Tanrım neden ben, soruları ile dolduruyordu zihnimi, hakeza asıl misafir onlar oluyordu. Peder bey ve valide hanımlar, misafirleri gezdirirken ve onlar ile ilgilenirken sohbet düzeyin sıktığı bendeniz ise, Bursa'da indirdiğim dizi ve filmler ile avunuyordum. Deniz de olmasa hakikaten toplama kampı gibi olacaktı. Perşembe uğurladıktan sonra misafirlerimizi, biz gezmeye başladık.

İlk seferki gezi mekanımız, Küçükkuyu ile Balıkesir il sınırı arasında içeri sapılan bir şelaleydi. Burası da güzel olsa da çok kalabalıktı. Ankara ve İstanbul plakalı araçların ifrazatlarının suların içerisinde gezdiği bir yerdi. Ama haftasonu olmasından dolayı, bu normaldi. Kendi memleketlerinde böyle mesire yerlerine aç metropol insanları, kazmalıkla da olsa bu yerlere hasretini böylece gideriyordu. Çok kalamadık kalabalığından ve haftaiçi gelelim temennisi ile ordan voltayı Altınoluk'a aldık. Eski altınoluk olan dağın yamaçlarındaki köye su doldurmaya gittik ve aşağıdaki keşmekeşe(sahilde yer alan ve betonlarca çoktan işgal edilip suyu çıkarılmış Altınoluk) hiç uğramadan orda denize bakan bir çay bahçesinde gözlemeler ile midemizi bayram yerine çevirdik. Suları doldurup sahile nispeten daha yakın olan eski komşumuzun yazlığına konuk olduk. Helallik almakta vardır bir kısmet ya, ben de ona sığınaraktan eve doğru gidecek olan rotamızı onlara çevirtmiştim. Apartmanlarının önüne varınca baktık ki camların önüne plastik kepenkler çekilmiş, ellerimiz telefona gitti. Aradık, denizden dönüyorlarmış kızları. İkisi de kardeşim gibidir zaten, başladık onları beklemeye. Derken bahçede bulduğumuz voleybol topu ile pederle top oynadık biraz. Tam kızlar gelirken topu diktiğim bahçede bırakıp topu, eve daldık. Soğuk su ikramı ile asıl ev sahiplerini beklemeye koyulduk kızlarla. Selin'in puanı istediği gibi olmadığından atanamamış bir fen bilgisi öğretmeniyi ve bundan dert yandı hafiften. Öğrenim ve Katkı kredisinin ödemelerinin geldiğini ve ona iş vermeyen devletin hangi yüzle bunu istediğini soruyordu bir yandan da. Küçük kardeşi Pelin de, okuduğu üniversitenin birinci sınıfını bitirmişti. Güneş enerjisi ile çalışan araba projelerine sponsor aradıklarını söylüyordu. Daha sonra anne ve babaları gelince muhabbet değişti haliyle biz sustuk onlar konuştu ve az sonrası yoldaydık yeniden. Daha sonraki gün ise, Ayazma diye methini daha önceden duyduğum, Çanakkale'nin Bayramiç ilçesine bağlı bir doğa harikasına gitmek nasip oldu. 2 gün önce misafirler ile giden bizimkilerin, içine de sinmemiş olmalıdır ki, bu sefer beni bizzat götürüp gezdirdiler. Ama ne yalan söyleyeyim, somsoğuk suyu, el değmemiş doğası ve heybetli dağları ile 27 yıldır neden görmediğimi kendime sorduğum bir mekandı. Biraz ücrada kalması buna sebep olabilir belki, yalnız öyle kalsın, herkesin gittiği yerlerden biri olunca, ne halde olacağını tahmin etmek istemiyorum. O akşam orda alabalık ziyafeti çekip, eve dönüş yoluna geçtik saat 18 civarlarında. Peder Bayramiç'ten evvel bana direksiyonu emanet edip sağ koltuğa geçti. Biliyorum ve biliyordum ama yine deneyimledim ki, babana en azından onun arabasını sürerken yaranamazsın... Yok bizi uçuracaksın, yok şöyle yok böyle derken gecenin finalini ağzıma hacetini yaparak getirdi peder kişisi. Ertesi gün ise, nereye gidelim evlat diye sorusuna da, nereye olursa olsun ama ben araba falan kullanam deyip, tavrımı koymam da ondandı. Bu sefer ise Hasanboğuldu vardı hedefte. O da Akçay ile Altınoluk arasından dağa sapan ve ucubik devam eden bir dağ yolunda bir efsanevi şelale idi. Hikayesi kısaca şöyle diye hatırlıyorum, obalı bir Yörük kızına aşık olan şehirli oğlanın sırf kızı alabilmek için sırtında tuz ile dağa çıkması ve tükendiği yerde suyun çağlaması idiyse de, hikayesi olmasa bile güzel bir yerdi. Ama beni yeniden üzen ve belki sabrımı taşıran olay ise, 34 ve 06 plakaların işgalinin yasak falan dinlemeden suya bikini veya mayoları ile teşrif etmeleriydi. Yahu sayın arkadaşım senin afedersin bizonlar gibi çimmeni izlemek için gelmedim ben onca yolu ve hakeza oraya yazılmış suya girmek tehlikeli ve yasaktır diye, ama senin onu okuman, senin kovulur gibi kaçtığın metropolünde unuttuğun okur yazarlığın yüzünden imkansızdı. Ya sabır selametler ile, çağlayanın ardındaki, Hasan'ın boğulduğu gölete ilerledik pederle. Bu sefer gerçekten tertemiz bir gölet ve insanın olmadığı bir doğa harikası daha vardı karşımızda. Ama bu sefer yüzmenin yasaklığı bir orman görevlisi tarafından sağlanıyordu. Nedeni ise daha açıktı, aşağıdaki çağlayan ve çevresi sıra dizili mesire yerini sulayan su kaynağı burası idi, buraya pis terli vücudunu getiren amcamla yengemin, suyunu içmeyi kimse istemezdi. Her neyse burayı da görüp, valideyi bıraktığımız masadan alıp, Edremit'te aldık soluğu. Burası benim 1.5 ayımı verdiğim bir kentti. Özlememiştim ama burda tanıdıklarım vardı. İlk olarak ordayken bana sahip çıkan annemin mesai arkadaşlarından bir abimizi ziyaret ettik ma'aile. Daha sonra, çalıştığım yere gitmek vardı sırada. Şubeden içeri girdim ve herkesle kaynaştıktan sonra, bana görevim sırasında ablalık yapmış Nuran Hanım'ın masasına gidip oturana kadar beni tanımadı. Sonradan çakınca köfteyi, baya zayıflamışsın dedi ve baya güldürdü beni. Dile kolay ama 2 yıl uzun bir zamandı. Sonra müdire hanım gelip muhabbetimize katıldı, saygılarımla arz ederek bizimkileri aradım Edremitte. Onlar da meydanın yanındaki bir tabureli çay evi çakması bir yerde oturuyorlarmış. Ordan kalkıp annanemlerin Orjandaki yazlığına gittik. Bursa'daki daimi ev arkadaşlarım ile bu sefer farklı bir buluşmaydı. Yine kaynaştık haliyle. O gece bizi salmadılar. Ertesi gün Assos'a dönebildik. Bundan sonra belki bir de Ayvalık yaparız diyordum demesine de, o çok ters tarafta kalıyordu bize ve bende olmasa da peder ve validede bir doygunluk söz konusuydu. 2-3 günü yine evde geçirdik. Bu sefer indirdiğim ve severek izlediğim filmleri evdekilere izlettim. Cumartesi gecesi, Balıkesir'e dönüp uykuya verdik bedenleri. Ertesi gün son izin günümdü o bakımdan Samedinho ve Güray'ı arayarak ekibi toparladık. Baya güldürdük kefereleri gene ama ikisinin de arayış zamanlarında olduğunu gördüm ve biraz duruldum haliyle. Ama ne olursa olsun, orda veya burda önemli olan birarada olmak'tı ve olduk...

Gecenin bir vakti Bursa'ya varıp, internet başında buldum kendimi. Özlemişim ves'selam. Hayat devam ediyor, bazen ince, bazen kalın; ama su musluktan yine de akıyor ve akacak...

P.S.: Hakkaten kısa oldu bu yazı, teşekkürler ironican.

Hiç yorum yok: