Bir bayramdı, Ankara'dan izine gelmiştim memlekete. İçim nasıl sıkılıyor nasıl sıkılıyor bilemezsin. Annem fark etmiş olmalı ertesi gün kahvaltıda, başladı anlatmaya geçen hafta çocuk esirgemeye gittikleri deneyimi. Hepsi anne diye sarılıyor diyordu, bense çayı içmek üzere götürdüğüm yutağımda, esas duruşta bekletiyordum adeta; sanırsam kan da damarımda esas duruştaydı an itibariyle. Gözlerim tomurcuklandı, yaş olmuş 28-utanmasam hüngür hüngür ağlayacağım. Annemin gülen gözlerinden sakınıyordum hicap dolu yüzümü ve çiylenmiş gözlerimi. Toparladım sonra ve birlikte gidelim dedim. Tamam dedi, müdürü arkadaşım haftaiçi gidelim bir gün.
Öncesini hatırlamıyorum, sadece, gideceğimiz gün annemin arayıp nelerin eksik olduğunu sorduğunu hatırlıyorum sadece. Meyve ve çocuk bezi eksikleri varmış. Aldım hepsini ve tuttuk yolunu Çocuk Esirgemenin. Evimizin yakınındaydı ama her nedense bu kadar zamandır, içini pek merak etmediğim bir yerdi burası, yol üstüydü belki ama hiç nasiplenmemiştim oradan. Kapısından girdik ve ayakkabıları çıkarttık. Biraz müdiresiyle muhabbete daldık. Kadın bayağı dertliydi. Meğer çocuklar çok hoyrat oluyorlarmış burda yetiştikten sonra, ne acımak ne başka birşey, büsbütün caniler oluveriyorlarmış. Ders ile de pek alakalarının olmadığından, dert yandı. Kendisinin de 2 çocuğu olduğunu söyledi., tabi bu çelişik bir durumdu-ama üstelemedim kafamda o an. Anne şevkatinden eksik kalan bu evebeyn eksiği çocukların da eksikleri buydu zaten, öz olmak yada bir iş olmamak. Aslında o kadının yerinde kim olsa, bir hayatı olmak zorundaydı.
Her neyse, sonra çocuklar buluşma zamanımız gelmiş olmalı ki, bize onları göstermeyi teklif etti bunca sohbet sonrası. Biraz dömbür dolambaçlı bir seyir sonrası o an uyanık olan bir grup ile buluştuk. Bizi gördükleri gibi, sarılmaları bir oldu. O an ağlamamak için, zannedersem tek başına orduyla savaşan bir kahraman şahlanışı olmalı ki, bir kaç gizli damla dışında firem olmadı. Abi bizi de al kucağına diyen bir sürü çocuk. Gözlerim bine ayrılacaktı adeta, bir yudum daha sevsem diye çöl sıcağına serin su vahaları serpen tanrı gibi hissediyordum ama çaresiz bir tanrı.
Keşke bir fırsat torbam olsaydı da, bak ben geldim ve bu yaşadığınız yalan sahipliliğin gerçeği var diyebilseydim... Mazur gör ki, hayata meydan okunmuyor, aynı süratle giden arabadan hava direncine karşı tükürmek gibi, yüzüne yapışıyor okuduğun meydanlar, larousselar. Hiç bir kitapta anlatılamaz o çocukların yaşadığı, benim ise çaresizliğim ve koşar gibi, kaçar gibi çıkıp gitmem ordan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder