z yaptı, alkol o kadar iyi gelmedi ama ona da hayır demedik vesselam. Aslında 3 aylara girmek de vardı ama geçen Urla macerası öncesi alkol sonrası su içinde yüzen midelerimiz ve ayılamamış zombiler olarak seyr-ü seferliği göze alamamak da vardı işin sonunda. Ama bu sefer çok uzatmadık ve rakı ile bitirdik aşkımızın anosonlu macerasını. Ordan Küçükpark'a aktık ama orda her tarafta Galatasaray maçı vardı ve benim eski Galatasaray fanatizmim farkında olan sevdüceğim başladı ısrara: illa ki izle diye. Ben de onu hem eve bırakıp, ben de rahat izleyebilmek için yanındaki kahveye kaçmayı önerdim ona, tabii ki ona o gün izlediğim muhteşem filmi izletmeyi söyledim başta, o da kabullendi haliyle. Eve dönüp ona filmi açtım ben de 2. yarısını izlemek üzere kahveye yolandım hafşften. Maç keyifliydi ve ben 45 dakik
a sonra filme ve ona katıldım. Filmi bir kez daha izledim ve bir kez daha bir acının nasıl ağlatmadan ama gerçekten anlatılabileceğini anladım, gavur yapıyordu arkadaş... Kız arkadaşım da hak vermiş olmalı ki, benzer konu daki Babam ve Oğlum ile karşılaştırarak ajitasyon dışı ve ağlama olmaksızın naifçe olduğundan bahsetti film hakkında.Ertesi gün erkenden kalkıp, hazırlandık. Ama acelemiz yoktu, günü birlik ziyaret edecektik Ilıca'yı. Askerden sonraki ilk hava değişimim olan ve bana çok iyi gelen defamızdan sakınıyorduk çünkü, amacımız bu sefer insanca bronzlaşmaktı; istakozlardan yaka silkmiştik vakt-i zamanında.. Saat 12.30 gibi çıktık dışarı, garaja gitmek üzere. Üniversite girişinden atladığımız gibi bir dolmuşa, garaja verdik kendimizi. İlk otobüsten yer bulduk Çeşme Seyahatin. Beklerken çay içmeye meyletti deli gönüllerimiz adam yarısındayken parayı istemesiyle irkildik ama hayırdır parayı vermeden arazi mi oluyorlar diye sorunca, evet abi burası garaj bırakıp gidiyorlar diye cevaplayınca gülüştük. Otobüse atladık ve uzun yolun başlangıcını verdik. Cep telefonunda olan karikatürler vardı Allah'tan onlarla eğlendik, vakit geçti. Ilıca'da indik ve doğrudan altınyunus plajına aktık. Denizin turkuaza çalan lacileri ile kendime geldim ve buna değdiğini anlatan bakışlar ile baktım bir süre denize. Kumsala inmemizle şezlong ve şemsiye deryasına dalmış gibi olduk. Bizim de amele gibi yanmamak vardı planımızda ya, o bakımdan birini kiralamayı düşündük ve yaklaşıp soruk fiyatını ve Abi 2 kişi
25 lira ile buz kestik. Satın almayacaktık ama adamlar tezgahı kurmuşlardı, hakeza ilerideki şezlong silsilesi de aynı fiyatı verdi. Biz de duvarın dibinde yer bulup kendimize onun gölgesine sığındık. Tamam da uzaktık denize ve biz denizdeyken kim göz kulak olacaktı eşyalara bilemiyorduk-orda Allah'a emanet etmek seçeneğini işaretledik. Denize girerken de, gözüm hep ordaydı ve yine Allah'tan bir şey olmadı. Fakat sorun bu sefer hatundaydı, bu İç Ege Anadolu çocuğu yüzmek neyim bilmeyen biriydi ve yüzmek istiyordu. Sırf bunu gerçekleştirmesi için ona palet almıştım geçenki seferde taksın ve rahat yüzsün diye ve hediye niyetine Bursa'dan kopup getirmiştim. Ama O Nuh diyordu peygamber demiyordu, sanki biri onu ördek olarak görüp cümle aleme anlatılacakmış gibi takmıyordu paytakları ayağına. Tamam dedik öyle öğretelim, ama dalgalar tuz biber niyetine habire sarsıyordu onu tutan ve denizin kaldırma kuvvetine inandırma çabalarımı. En son yapamadık ve biraz tuzlu su yuttu deniz kızımız ve ben çıkıyorum'u bastı. Benim de nevrim dönünce iyi dedim açıldım kendi başıma. Ama ne mümkün su acayip tuzluydu, gözlerimi yaktı ve tek başına yüzmek de, tek başına yapılan seks kadar mecburi bir keyiften öteye gitmiyordu; gerisin geri çıktım ardından. Biraz güneşlenip, sakinledikten sonra teessüf faslını kısa kesip, macerayı sonlandırmak üzere garaja gittik. İzmir garajına gidecek bir araba bulup, o halde sadece bir vesait daha gerekecek olmasına sevinip beklemeye üzüldük biraz. Aradaki fasılayı tost ve çayla kapatıp, otobüse koyduk kaba etlerimizi. Garaja gidene kadar uyumuşuz ve ben ne kadar deniz çocuğu olsam ve yüzmenin alfabesi benim adımdan oluşsa da, ben de yoruluyordum... Neyse, ordan Bornova minibüsleri ile Suphi Koyuncuoğlu Lisesi ve Ata Durağı ve ev yapıp, sıcak duşa emanet verdik tuzlu vücutlarımızı. Bir daha çıkarız diye umarken, yorgunluk ve muhabbet ağır basmış olmalı, çıkamadık.Saat 1.00 arabası ile Bursa'ya ulaştım ve saat 6.00 idi. O gün dinçtim ama saat 16'dan sonra adımı bile söyleyemeyeceğim duruma geldim yorgunluktan. Çıkışı zor ettim ve akşam ev dönüşü birşeyler yiyip kafayı koydum yatağa; saat 20 idi. Telefon sesine uyanmam ve yarım saat kadar ayakta kalmam dışında hep uyuduğum bir geceydi; Bursa Bursa olalı böyle uyku görmemişti.
Bayadır yazmıyordum ve nedeni vardı pek sayın blog. Al sana bir kaçı.
P.S.:İzmir'deki ayağımın kesilmesi yüzünde, bu ülkenin belki en çok nefret edip de sonrası sevdiğim kentinden ayrılmak gibi oluyor ufkum. Giderken doyasıya bakamadım, zaten ne zaman O'na doysam, sonrası acıkmaya başlıyordum. Şimdi açlıkla sınayacağız ileriki acıkmışlıklarımızı, iftarı belgisiz bir zamir'e dönmüş bir oruça davetliyim belli ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder