16 Mart 2009 Pazartesi

Uyumadan önce

Sen sen ol ve sadece sen ol, blog. Sen yalnızlığıma yaktığım bir fenersin ve hep öyle kalacaksın. Çok bilirim mutsuzluklarımı ve sonrasında bulduğum avuntuları. Çok defa yüzüme bakarken acıyla, bana talihin aslında istediğim kadar olduğuna inandırmıştın.

Sıkıntılar, üzüntüler, gidenler, gelenler, sorunlar, çaresizlikler... Hepsi sana yazıldı ve hepsi de bir bir çözüldü ve çözülecek. Hani inanmak başlamanın, başlamak da bitirmenin yarısı diye derler ya, ben hala saf bir inanım; ama bu benim bitirmeyceğim manasına gelmiyor ve gelmeyecek. Her yoruluş, dinlenmelere acıktırırken, her dinlenme yorulmaya hazırlıyor insanı.

Vay gözüm, öksüz ve sahipsiz kalan ellerinle, daha çok sarmaz mısın beni?.. Yine yitirdiğim evlatlarıma el sallarken acıyla, yine bileylemez misin içimdeki yetimhanenin keskin acılarını?... Yine sana sığınmaz mı bu yürek, bir yürek yahu yalnızca bir yürek... Gideni geleni değil, sadece sen ve seninle gelen.

Mevlana diyor ya;

bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..

Bir yudum su içeceksen de senin bu çeşme, içindeki kurumuşlukları sulayacaksan da. Sen yeter ki el uzat.

Hiç yorum yok: