Her neyse ayrıntılara dönelim. Cumartesi erken kalktım. Hem papaza dönmüş saçlarımı kestirmeliydim, hem de yol almalıydım ki; ayılabileyim. 5 saat yol ve tabii hoş geldin içerikli kültür fizik sonrası muşmulaya dönüyordu bünye, ertesi günü artığı oluyordum. Erken kalktım ve aç karnına berberde aldım soluğu. Göbekli bir abimiz, traşa başladı beni. Abi berberde teklif ediyorlarmış deseler inanmazdım ama hakikaten ediyorlarmış, hem de benim gibi; kişisel bakım ve kendine özen gösterme sözcük toplamlarını kadın dergilerinde görüp en çok anlamsız gülücükler etmiş bir adama... Abimiz şöyle buyurmuştu ves'selam; saç bakımı ve cilt bakımı ister misiniz... İlk tabii ki güldüm, istemez felan diye, ama sonra arkadaş neden olmasın dedim içimden; ne de olsa düğüne gidiyordum ve o gün 6. yıl dönümüydü aşkın. Eyvallah'ı çektim yine ve buyur abicim ben kendimi halkıma adadım dedim
sanatçı edamla, ellerine bıraktık kendimizi göbekli ev babası abimizin. Böyle peygamber böceklerine benzer tepegöz bozması, buhar makinesi ile girişti ilk, sonra böyle sigara jelatinin daha koyusu renkteki bir krem sürdü suratıma. Gaza gelmiştik ya o sırada da, bir yandan da kestiği saçımı yıkayıp, saç bakımı için o makinenin saçımı oksijenli buhar ifrazatına tabi tutuyordu. Sonra şampuan yaptı 2 fasıl, bir yandan da suratımı yıkadık ve savai boyam sıyrılı verdi suratımdan... Haa işe yaradı cilt bakımı denen şey, hala ışıl ışılım... Bu arada laf da çalıyorduk, yaşa geldi muhabbet, abi kaç gösteriyorum içerikli bir laf ettik, 19-20 dedi, onore oldum bu arada, sefam olsun blog... Ordan atladım eve kaçtım. Lostu izliyordum ki aklıma bir kavalye olasılığı karışımlı bir arkadaş takıldı. Hadi görüşelim bak nereye götürcem seni dedim, geldi hakkat. Nikah olayını duyunca caydı elbet kalakaldık asfalta yapışık ciklet gibi ortada... Her neyse, gittim hazırlandım resmi kiyafetlerle ve salıverdim kendimi sokağa, yetişemiycektim korkarım.. Ama arabaya binmeden çözmem gereken bir hadise vardı. Bireysel emeklilik tantanasından hediye olan küçük altın, damata takılacak halde değildi. Derhal bir sarrafa girip yüz kızarttım ve bir ayar verdirip çengelli iğne ve kurdela yaptırdım; tatlı dilim sağolsun... Atladım minibüse. Uzak sayılacak bir yerde indim ve bastım yürümenin kutsal ama yorucu gazına, 5 dakika varken de ordaydım. Meğer nikah salonu otamatiğe almış, sıradan evlendiriyordu milleti. Gittiğimde başka bir çiftin takıları takılıyor olmalıydı ve ben gelin ve dama
t ismi sordum kalabalıktan bir çifte... Ben de bunlar değil dedim içimden ama seslendirmiş olmalıyım ki diğer girişini gösterdiler, belki henüz başlamamıştı nikah, belki sıradakiydi... Toplu asker üretme şenliğinin içinde hiçbir tanıdığı olmayan, asker arkadaşı peşindeki, kalabalık içindeki kardelen gibi hissediyordum, isyankarlığıma değil ama yalnızlığıma dayanaraktan... Nereye otursam salonda akraba olması muhtemel insanlar bitiyordu çevremde ve ben tek başıma oturduğum koltuk yalnızlığımı yeni ve daha arkalardaki koltuklarda arıyordum. Her nasılsa, gelen insan seli bitti ve gelin-damat ikilisi salona teşrif ettiler. Alkışlandılar ben hariç kalabalıkça, bence henüz alkışlanacak performansları yoktu. Eveaat diye bağırdıklarında ve belediye başkanın boş vaktinde verdiği yetkiye dayanıp, acımadan bekarlıktan koparan yetkili ablamızın sesi ile alkışı bastım ben de. Sonra içeri geçti çiftimiz ve kalabalık da haliyle. Sonra müzayede salonu gibi olan bir yerde en uca geçtiler, tanıdık akraba-ı tarikat da önlerinde altın sırasına girdi. Bu dolmuş kuyruğuna karşı olan benliğim, bireyciliğe çalan asiliği ile duvar kenarında, aradan kaynarım diye fırsat kolluyordu. Ama olmadı, olamazdı bana yakışmazdı, en arkaya geçtim haliyle. Sıra bana geldi uzun müddet sonrası, tebrikler dedim yengenin elinden sıkıp, kardeşimi de öptüm ekstradan. Sonra daha izahatlı konuşuruz dedik, ayrıldım bir nikah şekeri görünümlü kalp ile oradan.
Bundan sonra sevgilim deniz ile başbaşa kaldığımız anlar başlıyordu. Altta izlediğin video, o anın tatlı bir ayrınıtısıdır. Deniz gitme diye huysuzlanıyordu ama Bornova'da başka bir sevgili beni bekliyordu. Karşıyaka'ya İzmir yaşantım sırasında gereken önemi vermediğimi anlayıp pişman oldum. Zaten böyle pişmanlık anları, insanın ağzına bir yudum bal çalardı ve çaldı-kalbim orda kaldı, hırsızı denize atladı, heygidi Karşıyaka hey...Sahilde takım elbiseli bir kırık olarak cep telefonu elimde çekim yaparken, bir yudum daha götürürmüyüm Bursa'ya umudu ile dolanırken, üstada denk geldim sahilde. O da beni koyup gitme diyordu ama bir şiirlik değildi benim ona öykünmelerim ve ben onun hiçbirşeyiydim. Ah be üstad dedim içimden, sen mi ben mi taş, hakeza senin yanından ayrılıp giderken, o manzarayı bırakan taş olurdu ve ben daha taş'tım... Hoşçakal dedim kasketine hüzün
iliştirip, o ise gülüyordu bana. Ben de olsam gülerdim, kar bile olsa İzmir bırakılır mıydı bire more... Haklıydı be blog, haklıydı ama hayat bir bakıma acınacak kadar komik skeçler bütünü de olabiliyordu, izleyene tabiii ki...Otobüse bindim istemeden. İndiğim gibi organize olup, Bornova'da mekan yaptığımız bir balıkçıya üs kurduk. Otlu balık ve levrek beğendi diye iki kiremit mahsülü deniz ürününe meylettik tekirdağ rakı ile, tabi kalamarsız olmazdı ve salatamız-kraldı soframız, blog... Yedik, içtik acımadık. Alkol oranı kallavi, evde aldık soluğu. Islanmıştık, İzmir yağıyordu adeta. Kuruyalım derken sabah ettik, dalgalı limanlardan demir alarak vira vira hey... Dolce vita, be blog...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder